NEVRUZDAN AYRILIK ÇIKMAZ
Nevruz, 1980’li yıllara kadar bu şekilde gündemimizde yoktu. Onun kadim Türk bayramı olduğu biliniyordu. Ancak devlet kutlaması olmuyordu. (Atatürk’ün Keçiören’de yapılan Nevruz şenliklerine katıldığını gösteren fotoğrafları elimizdedir) Devlet eliyle kutlama olmuyordu. Halka bırakılmıştı. Söğüt şenlikleri de öyleydi. Buna mukabil 21 Mart tarihi, Cumhuriyetle birlikte 1980 yılına kadar mali yılbaşı olarak kullanılmıştı. Anadolu’da Hıdrellez şenlikleri yaygındı. Nevruz kutlaması Doğuda da Batıda da pek yoktu. Satırların sahibi Diyarbakırlıdır. Çocukluğu gençliği orada geçmiştir. Ancak Nevruza dair hatırası yoktur. Tek bildiği baharda açan Nevruz çiçeğidir. Yasak mı vardı? Hayır. Diyarbakır’da da Güneydoğuda da yasak yoktu. Dileyen kutlayabilirdi.
Peki, Türk Dünyasında durum nasıldı? Onu takip edemiyorduk. Yüzyılın başında Bolşevik ihtilalı olmuştu. Sovyet hegemonyasına giren Türk devlet ve toplulukları dış dünyaya kapatılmıştı. Nevruz var mı, yok mu bilemiyorduk. Türkiye dışında en çok Türk’ün yaşadığı İran’da, Doğu Türkistan’daki durumu da merak etmiyorduk. Gerek duymuyorduk. Birliğimize yönelik bir tehdit, Nevruzdan ayrı millet yaratma gayreti yoktu çünkü. Bugünkü gibi bölücü, siyasi emellere alet edilmiyordu.
Nevruz coğrafyasındaki bu uyku hali birinin iştahını kabarttı. Bunu kelepir gördü. -Sahibi tutuklu mala el koyar gibi- “Bu bayram bir etnik grubun malıdır” dedi. Oradan ayrı millet yaratmak istedi” Dıştaki akıl hocaları, içerideki işbirlikçileriyle birden 21 Martlarda organize işler görmeye başladık. Ayrı millet projesine Nevruz mayası tuttu nazarıyla bakılırken -hikmeti ilahi- dünyada bir başka gelişme oldu. Sovyet rejimi dağıldı. Oradaki soydaşlarımız bağımsızlıklarına kavuştular. Kendi Cumhuriyetlerini kurdular. İlk tanıyan biz olduk. Gidiş gelişlerimiz sıklaştı. Ticari ilişkilerimiz gelişti. Gördük ki üzeri küllenen bu bayram Türk milletinin ruhunda, kanında kor olarak durmakta. Nitekim milli bayram ilan ettiler o günü. O coşku otuz yıldır yaşanmakta. Nevruz ateşi bu yıl 21 Martta da yakıldı. “Tongallı”, “Semenili”, “yeddi levinli”, “yumurta tokuşturmalı” kutlamalar devam etti. Dünya durdukça da devam edecek.
Fotoğraf netleşince anlaşıldı ki birileri “Nevruz intihaline” kalkışmış.
Sahibinin tutukluluğu kalkıp malını sahiplenince asıl ortaya çıktı. Çakmasının maskesi düştü.
1993 yılında Bakü’de öğretmen olarak bulundum. Nevruz arifesindeki o heyecanın tanığıyım. Anadolu’muzun bu bayrama bigâne kalışına üzüldüm, biraz da mahcup oldum doğruyu demek gerekse. Bir hafta Nevruz tatili verildi. Ondan istifade edip ülkeme geldim. Türk dünyasında Nevruzun karşılığı buydu. Bir hafta tatili olacak kadar önemli bir bayramdı.
Gerçek bu kadar ortadayken birileri hâlâ “Nevruzun kime ait olduğunu arama gayreti içindeyse hiç de yorulmasın. Biz diyelim. Onun adı bellidir. O Türk milletidir. Kendini Kürt, Nevruzu da Kürt’ün bayramı görenin görüşü de çok kıymetlidir. Bir güçlü ortak paydaya işaret eder. Nevruzla ayrıştırılmak istenenlerin bir kaynaktan beslendiklerini ifade eder. Bunun dışındaki zorlamalar yapay kalır. Temel fıkrası olur;
-Daldadır, sarıdır cik, cik, öter.
Bilin bakalım bu nedir.
-Saka kuşu.., saksağan.., kanarya...
Değil...
-Peki ya ne?
Hamsidir.
-Dala nasıl çıktı?
-Ben çıkarmışım.
-Sarı nasıl oldu?
Ben boyamışım
-Ya cik cik ötmesi..?
-O da işin şaşırtmacasıdır.
Boyayarak, dala çıkartarak, öttürerek Nevruzdan ayrı millet çıkarılamaz.
Bir millet çıkar oradan ancak.
Biri iki görmek şaşılık alametidir.
“Şaşı biri iki görür, biz ise ikiyi bir…”
(Sahiplenen herkesin Nevruzunu kutluyor, utmadığımızı bildirerek ölüm yıldönümünde, Âşık Veysel’i de rahmetle anıyorum)
Osman ERENALP
21 Mart 2015 Ankara
Bu haber 1890 defa okunmuştur.