| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
CEZAEVİNDE11 Kas?m 2014, 01:09 CEZAEVİNDE Cezaevine girdiniz mi hiç? Ben iki kez girdim. İlki Burdur’da. İçerideki okulu denetim için. Diğerinde müdürü kurban ortağımızdı. Mahkûm kasabı varmış. Adı Ramazan. Elli beş günü kalmış. Kesim işini o yapmıştı. Bir yardımcısıyla koca danayı yüzüp taksim etmişti ortaklara. Seyretmiştik kenardan. Elimizde et poşetleri öylece çıkmıştık o kapıdan. Bu üçüncü olacak. Tutuklu birinin ifadesi için bu kez. Sıhhiyedeki Büyük Adliyeden izin yazımı alıyorum evvel. Savcı Bey; “Elini çabuk tut başka yere nakledilebilir” diyor. Cezaevi otobüsü Adliye önünden geçermiş. Durağa yanaşan ilk otobüs şoförüne soruyorum. “Öndekiydi,içeri gel yetiştiririm” diyor. (böylesi sürücüler de varmış) Geçip yanına dikiliyorum. İki durak sonra yetiştiriyor. Teşekkür edip doğru aracıma geçip oturuyorum. Bu saatlerde bu yöne otobüs boş. Yolculuk bir saat sürüyor “Ankara Ceza İnfaz Kurumu” yazan kapının önünde duruyoruz. Otobüs boşalıyor. Dışarıdaki yolculuk bitiyor İçerideki başlıyor ardından. Burası oldukça geniş bir yerleşke. Görülebilen yüksek duvarlar ve gökyüzü. Birde köşe başlarında belli aralıklarda kulübeler, orada nöbet tutan askerler. Birinci, ikinci kapıdan geçiyoruz. Üçüncüde kimlik, telefon bırakmamız isteniyor. Görev yazıma bakılıyor. Bir minibüsle bir sonraki kapıya bırakılıyorum. Bu kapıda insanı gözünden tanıma testi var. Tarif üzere sağ göz merceği açık bir müddet cihaza baktırılıyoruz. İlki başarısız… İkincide işlem tamam. Yaka kartımız veriliyor. Yanımda bir asker L1 19 no lu koğuş kapısına geliyoruz. Burası içerideki son durağımız. Bilgi bizden evvel gitmiş. Oda, bilgisayar hazır. Biz hazırlık yapıncaya kadar ifade sahibi içeri giriyor. Dışarıda daha evvel görüşmüştük kendisiyle. Konu hassas. Tutukluluk da o yüzden zaten. “Hoş geldin. Geçmiş olsun” ardından ifade faslı başlıyor. Burası giriş kat. Oda havalandırmaya bakıyor. Pencere açık. Dışarıdan gürültüler geliyor. Mahkûm konuşmaları duyuluyor. Perdeyi çekip, pencereyi kapıyoruz. Sorular kısa, ifade zaman almıyor. Çıktı alıp imza ettiriyoruz. Sonrası konu dışı. “ Bir dokun bin ah işit”. “Katillerle, DHKP’lilerle aynı koğuşa attılar beni. Yerde yatıyorum. İçeri soğuk. 90 liram vardı. Hepsini sigara için elimden aldılar. Ölüm çıkacak buradan. Çocuğum MS hastası. Maaşım hacizli. Allah’ım yardım et..! Kimin yüzüne bakarım ben. Ne iştir başıma geldi.” On gündür ailesinden haber alamıyormuş. Telefonumu istiyor. Alıkonulduğunu kendi de biliyor. -Not yazsam eve iletir misin? Diyor. -Elbette... diyorum. Bazı evrakların teslimi gerekiyormuş. Haftada on dakika aile görüşmesi yapabilecekmiş o zaman. Avukatıyla da görüşmesi gerekiyormuş. Önemli isimleri tanırmış, dostları varmış dışarıda. TV programlarına katılmış. v.s. bunları anlatırken süre doluyor. Vedalaşıyoruz. Demir kapılar kapanıyor. O geldiği yere dönüyor. Öğleni etmişiz. Müdür yemek için bizi bekliyor. Günlük dört bin kişiye yemek çıkıyormuş burada. “Elçiye zeval olmaz”. Şikâyetleri aktarıyorum kendisine yemekte. “Koğuştakiler benzer suçtan oradalar. Yakında memur koğuşuna alacağız” diyor. Odasında bir çay içtikten sonra teşekkür edip ayrılıyoruz. “Hürriyet” burada dış kapının ötesinde hemen. Bir kapı mesafesi aralığında… Yaka kartını teslim edip geldiğim yoldan çıkışa ulaşıyorum. Ben kadar kolay olsa içeridekilerin işi de keşke. Bu kadar kolay ulaşabilseler o kapıya. “Vatan Şairimizi ” andık; “Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten” İlk otobüsle geri dönüyorum. İlk işim verilen numarayı aramak oluyor. “Öyle birisi yok” diyor telefona çıkan ses. İkinci kez deniyorum. “Akrabasıyım” diyor bu kez. Oğlu olduğu anlaşılıyor. Aile için zor durum. Allah düşürmesin. Dedik ya konu nazik. Emanet üzerimde kalmıyor. Rahatlıyorum. Orada en çok kullanılan; “Allah kurtarsın…” Bizim temennimiz de o. Ne “kurban” için, Ne “kader kurbanı” olarak, ne de “ziyaret amaçlı”… Daha da girmek nasip olmaz inşallah. Biz kadar kalırlar içeridekiler de en fazla. Şurası muhakkak “ödül ve ceza” insanlıkla yaşıt. Yeter ki “adalet terazisi” şaşmasın. Düzgün işlesin. O şaşarsa her şey şaşar çünkü. Önemli olan o. “El adl, esasül mülk”. Yine şair diliyle söylersek. Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir. Temele taş bulmak gecikebilir, Devlete baş Adalet gecikmez, tez verilmeli. Âlemde “her iş zıddıyla kaim” “Sağlık-hastalıkla”, “Hürriyet-tutsaklıkla”, “Ölüm-hayatla” anlam kazanıyor ancak. Hastaneler, hapishaneler, kabristanlar, hayatın gerçekleri… Girip tükenmek de var. Başı dik oradan çıkmakta… Hiç çıkamamak da… “Düşmeden” yolunu düşürmesinde fayda var “her yaştan herkesin”. İbret için. (*) Hapishane türkülerini, şiirlerini, yazanını, yatanını tam, doğru anlamak için… Neşet Ustaya o içli “hapishane türküsü klasiğini” havalandıran hissiyatı keşfetmek için…(Rahmetle anıyoruz bir daha) Hapishanelere güneş doğmuyor Geçiyor bu ömrüm de günüm dolmuyor Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor Yok, mu hapishane beni arayan Bir zindanda öleceğim gardiyan Hapishanelere ihtiyacın kalmadığı ülke dileği ile. Ne diyelim? Allah kurtarsın… (*)Siyasi ikbale de yararı var. Bir kez girmişliğiniz varsa süre neden önemli değil. Mağdur sayılır destek bulursunuz milletten. Örnekleri ortada.) Osman ERENALP Ankara/Ağustos - 2012 Bu haber 1975 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |