BİR “DARP-I” MESEL
(Dal yaş iken dirseklenir)
Onu iki erkek çocuğuyla Cuma namazlarında görüyorum. Birini sağına alıyor çocukların, diğerini soluna. Namaza duruluyor. Küçükler dayanamıyor gevşiyorlar hemen. Camide olduklarını unutuyorlar. Sağa sola dönüyorlar. Birbirleriyle bakışıp gülüşüyorlar. Tam da o sırada babanın müdahalesi geliyor işte. Bir sağa, bir de sola iki dirsek darbesi gönderiyor. Onlara namazda olduklarını hatırlatıyor. Namaz disiplini sağlanmış oluyor. Devam ediyor kaldığı yerden. Dirsekle darp etmenin namaz bozmadığını da anlamış oluyoruz bu şekilde. “Rükû”, “sücut”, “tahiyyatta” neresinde icap ederse namazın muamele aynı. Çift taraflı omuz hizalarına birer darp. Dirsekli uyarı. Kontrolü kaybetmeden selama kadar geliniyor. Tespih ve duanın ardından görevini yerine getirmiş babanın huzuru içinde çıkılıyor camiden. Evin yolu tutuluyor. Sorulsa;
-Bugün Allah için ne yaptın?
-Çocuklarımı camiye alıştırdım.
-Onlara namazın âdâbını öğrettim.
Dirseklerime sorulsun isterseniz.
Hak divanında bize de sorulsa;
“Evet, gözlerimizle gördük. Önümüzdeydiler” deriz biz de.
“Talebeyi terbiye maksatlı talebe dövme” eskiden vardı. “Falaka”, “sille, tokat”, “kulak çekme” v.b. Bir cezai müeyyidesi yoktu. Şimdi var. Hangi sebeple, olursa olsun disiplin suçu sayılıyor artık. Raporu bulunuyorsa bir de adli safhası başlıyor işin. Affı yok yani. “Dirsekle terbiye” pek bilinen bir metot değildi. Onu da görmüş olduk. Çok şeyin “İslami’si”, “helali” dolaşıyor ya piyasalarda. Bu da “helal terbiye” metodu demek ki. “Hak adına haklama” dirsek kullanılarak. Namazı bozmama özelliği de varmış hem. (Ekran gediklisi hocalara duyurulur)
Öğretmen okulu günlerimi hatırlardım.
Pek unutkan bir tarih öğretmenimiz vardı. Bir hafta önce sınıfın birinden imza için kalem almış. İade etmeyi unutmuş, cebine katmış. Kalem sahibi de bir hafta oradan sonra gelmiş hoca bizim sınıftayken kalemini istemişti. Hocanın bir sonraki dersi bize olduğu için (aynı takımla derse girdiğinden) sormuştu sınıfa;
“O gün ben hangi elbisemi giymiştim acaba çocuklar”
Arkadaşımızın biri de muziplik etmiş demişti ki;
“Siyah smokininizi hocam”
Sen misin bunu diyen.
Meydan dayağı atmıştı sınıfın ortasına çağırıp da. Atamamıştı daha doğrusu tam da. Arkadaşımız basketbol takımının oyuncusuydu. Uzunca boyluydu. Hoca hayli kısa kalıyordu yanında. Eli yüzüne yetişemeyince de sırtını dönüp dirsek darbeleriyle hıncını almaya çalışmıştı arkadaşımızdan.
O zaman görmüştüm bu dirsekle terbiye metodunu. Çift dirsekle olanını da bizim camide gördük.
Kayda alacağım bu kez tekerrür ederse. Ahdettim. İbret için. Namazı bozsun velev ki. “Bismillah” derim yeniden.
“Hak namına haksızlık..”
Gelecekleri nasıl olur ki acaba bu gibilerin? Onu bilemeyecek ne var. Teslim edileceklerdir Allah “ism/i celilini” kullanarak açılmış derneklerden vakıflardan birine muhtemelen. Ensar” olur o, başkası olur ya da. “İslamiyet’in” lügat karşılığı “teslimiyet” değil mi.“ Eti senin kemiği benim” denilerek.“
Hocanın vurduğu yerden gül biter” denilerek. (Dirseklediği yerden de dolayısıyla).
Dal yaş iken dirseklenir.
Baştan alıştırıldılar ya, yaş iken. Ses çıkartamayacaklardır her neye maruz bırakıldılarsa da.
“Fikri sabit, irfanı sabit, vicdanı sabit
Cumhuriyet nesli projemiz vardı oysa.
“Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür”
“Türk” derse dinden çıkacağına inandırılan bir nesle geldi dayandı talihe bak ki. Neye niyet, neye kısmet.
Babam rahmetli “Aslı hu nesli hu” derdi böylesi durumlarda.
“Öğretmenlerin ‘eseri’ olacaklardı” bir de. Belletmenlerin ‘esiri’ oldular. Ellerinde kaldılar bu gibilerin gündüz ayrı, gece ayrı.
Peki, Bakanlığımız ne yapmakta bu durum karşısında? Hiçbir şey.
Neslinden bihaberin nesinden haberi olur? Tanımını yapmıştı onun yıllar evvel üstat Arif Nihat Asya, “Bayrak Şairi”
Değişen bir şey yok, o günden bugüne.
“Senelerden beridir öksüz ve yetim.
Bir bakanlık biliriz Milli Eğitim…”
Osman ERENALP
Ankara, Mayıs 2016
Bu haber 1737 defa okunmuştur.