Şimdinin modası “Özçekim”(selfie) Geçiyorsun cep telefonunun karşısına. Basıyorsun düğmeye. Aile fotoğrafın hazır.
Okuldan aile. Piknikten aile. Geziden, ziyafetten, düğünden aile. Cenazeden, mezuniyet töreninden, mitingden, yurt içinden dışından… Nereden istersen. Servis ediyorsun internete. Neredesin, ne işle meşgulsün, kimlerlesin herkes görüyor. Sayısız görüntü verebiliyorsun bu şekilde. Enflasyonu bile oluştu diyebiliriz.
“Evvel yok idi bu adet, yeni çıktı...”
Kırk yıl oldu Öğretmen Okulu okumuştuk. Dört yıl yatılı kaldık. Albümdeki fotoğrafları sayıyorum seksen kadar.
Ortaokula ait iki fotoğrafım var. İlkokula ait olanı ise sadece diplomadaki vesikalıktan ibaret. Azın kıymetli olduğunu belirtmeye gerek yok. Hepsi de siyah beyaz. Hepsi de kıymetli.
Dijital çıktı durum değişti. Kaç poz verdik? Vermeden görüntülendik? bilmenin imkânı yok. Zaruret yoksa karta da basılmıyor artık. Bellekte tutuluyor. Yedekleniyor. Kaybolsa da gam değil. Sende olmayan başkasında oluyor. Fotoğraf makinesi insanlığa bir önceki yüzyıldan miras. Aynanın tarihçesi ne kadar onu bilemiyorum. Ancak aynada değilse de insanoğlu aksini suda görebiliyordu. Demek ki kendini suda seyretmenin tarihi suyun tarihi kadar. Bir insan mı ki aksi suya vuran? Değil tabi. Bu Mesnevi hikâyesi onun için.
Susuzluktan kavrulan köpek dolaşırken önüne bir su kuyusu çıkar. Hemen eğilir içmek ister. Lakin kuyuda ona bakan bir başka köpek vardır. Buranın sahibi bu diye düşünür. Su içemeden uzaklaşır. Başka yerde su arar ama bulamaz. Çaresiz aynı kuyuya döner. Bir defa daha eğilir. Aynı köpeğin yine karşısında görür. Yine su içemeden uzaklaşır. Biraz daha dolaşır. Su bulamaz. Umudu kesilir. Canına tak eder. Üçüncü kez döner. Her şeyi göze alıp kuyuya bir dalar. Ancak ortada köpekten eser yoktur. Kana kana suyunu içer. Rahatlar, mutlu ve başarmanın verdiği gururla, güvenle kuyudan çıkar tekrardan kendi dünyasına döner.
Olup biteni uzaktan izlemekte olan bir bilge zat durup düşünür. “Bundan ne gibi bir ders çıkarılabilir” diye. Şu dersi çıkartır. Demek ki “Âlemde insanın düşmanı kişinin kendi nefsidir” der. Bununla da yetinmez. Bir ikincisi daha olmalı diye düşünür. “Ben gibi bir bilge kişinin de bir köpekten alacağı dersler vardır” der.
Aynalar yalan bilmezler. Torpil de geçmezler, garaz da beslemezler. Fotoğraf ne ise onu ortaya koyarlar. Zahiri görürler. Batını göremezler. İnsanın içinde “Bir başka var olan benini” yakalayacak kamera henüz icat edilmiş değil.
Azerbaycanlı kardeşlerimiz aynaya “güzgü” derler. Bahtiyar VAHAPZADE güzel Türkçemizin bu leziz lehçesiyle şöyle anlatıyor aynayla olan yüzleşmesini?
“Içimi göstermedim cahil tutan güzgüye,
Üzde gülüb ürekde müşkülüme ağladım;
Milletimin derdini unvanlayıp özgeye
Başkasının yasında öz ölüme ağladım…”
Tercüme gerektirmese de şunu diyor;
“Aynaya gülümsesem de içimdekini ona belli etmedim. Başkasının yasına ağlıyor gibi görünsem de gerçekte kendi ölüm için idi ağladığım”. Hangi kamera kaydı, hangi “özçekim” üstadın bu ürek sözlerindeki duyguyu yansıtmaya yetebilirdi ki? Kaldı ki insan kadar gerçek yüzünü saklayabilen bir başka mahlûk da yok. M.Akif o gibileri tarif ediyor, diyor ki;
“İkiyüzlü insanlara artık saygı duymaya başladım. Yaşadıkça yirmi yüzlülerini tanıdım…”
Türkülerimizde de buna cevap var.
“Yüzün güler amma içerin hayın...”
Bugünkü gibi değilse de “özçekim” eskiden de vardı. Bir Arifimiz (Nihat Asya) “özçekimini” şu şekilde dile getirmiş;
“Yalnız duyan yaşar sözü derler ki doğrudur;
Yalnız duyan çeker derim en doğru söz budur”
Ne çekin, ne çektirin.
Çektikleriniz “özçekimden” ibaret olsun. Daha fazlası olmasın.
Dışından da başlasa insanın “öz çekime” ihtiyaç duyması umut verici.
İçe de sıra gelir inşallah.
Kameranın nüfuz edemediklerine,
Fertten de öte milletçe “özçekime”...
Özgüven sorgulamasına, özveriye..
İlla da “özeleştiriye…”
Osman ERENALP
Ankara Temmuz 2015
Bu haber 1594 defa okunmuştur.