anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 16  
»Bugün 1247  
»Toplam 14276006  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 3.236.86.184
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

SEVGİ ŞİDDETTEN KAÇARKEN

Veli ERDEM

12 A?ustos 2015, 13:21

Veli ERDEM

HİKAYE

SEVGİ ŞİDDETTEN KAÇARKEN

         Sevgi evlendiğinde 16 yaşında bir çocuktu. Yasalara göre çocuk; aileye göre, her işin üstesinden gelebilecek yaşta yetişkin bir kadındı. Kardeşiyle birlikte sabah erkenden “çalar saatimiz’’ dedikleri horozun ötmesiyle kalkarlar, yağmur, soğuk demeden 30 kadar keçiyi önlerine kattıkları gibi dağın yolunu tutarlardı.

       Sevgi ve kardeşi, keçileri otlakların olduğu kayalıkların eteğine, ağaçların, çalıların arasına sürüyor, doğanın yeşiliyle bütünleşiyorlardı. Sevgi, kardeşi, keçileri otlatmıyor da sanki keçiler onlarla oyun oynuyordu.

         Herkesin geçici dediği güzellik Sevgi’de her geçen gün daha fazla dikkat çekiyordu. Kızlarının güzelliği her yerde konuşulmaya başlayınca aile tedirgin olmaya başlamıştı. Büyümesiyle, güzelliğiyle övünmek yerine, ‘Kızımızın başına kötü bir şey gelir,’ diye korkmaya başlamışlardı. Bir an önce yerini bulmak, baş göz etmek, evlendirmek istiyorlardı. Evliliği, tehlikeye karşı hem kızları hem de kendileri için sigorta görüyorlardı.

       Sevgi’nin ailesine misafirlik bahanesiyle gelen giden ailelerin sayısı her geçen gün artıyordu. Ne tesadüf ki her ailenin evlenecek yaşta oğulları oluyordu. Misafir olan her aile konuşmaya Sevgi’nin güzelliği ile başlıyor, oğullarının çalışkanlığı, dürüstlüğü ile bitiriyordu.

        Akşama doğru keçileri ağıla yerleştirdikten sonra evin girişindeki ayakkabıların fazlalığı Sevgi’nin dikkatini çekti. Bazı ayakkabılar köyde gördüğü basit, arkasına basılmış, boyası sıyrılmış ayakkabılara benziyor, bazılarıysa yabancı yabancı parlıyordu. Annesi onun geldiğini fark edince sessizce kolundan tuttuğu gibi mutfağa çekti ve kendisini istemeye geldiklerini söyledi. Sevgi şaşkındı. Çocuk gibi mi davransa; yoksa bir anda büyümüş, olgunlaşmış biri gibi mi davransa bilemez olmuştu. Kendisine yakışacak davranışı kendisi belirleyemiyordu ki. Tek çare, annenin komutlarına teslim olmaktı; o da öyle yaptı.

         Sevgi’nin ailesi kararı vermişti. Yakınlarının aracı oldukları aileye kızlarını vereceklerdi. Sevgi çağırıldı. Müstakbel anne ve babasının ellerini öptü. Artık Sevgi büyümüş kadın olmuştu.

       Birkaç ay içinde her şey oldubitti ve Sevgi gelin oldu. Hem de şehirli gelin. Kocasının ilk günlerdeki kendisiyle ilgi dolu, iltifat yüklü her konuşması o kadar hoşuna gidiyordu ki duyduğu her güzel ses Sevgi’nin kulağını okşuyordu. Tercih hakkı olmadan anne babasının isteğiyle evlenmişti; ama kocası düşlediği biriydi. Baba baskısından kurtulmuş, yüzü gülmeye başlamıştı.

        Evlendikten kısa süre sonra, tanıdığı o adam başka bir adama dönüşmüştü. Sürekli alkol alan, eve birlikte içtiği arkadaşlarıyla gelen, eşinden farklı isteklerde bulunan, eşini döven birisi olmuştu. Bu kez adamın sözleri kadının kulağına kurşun oluyordu. Sevgi, kendisini kurtarmak istedikçe bataklığa düşmüştü. Yardım alacağını düşündüğü herkes ona birer tuzak olmuştu. Kocasının görmezden gelmesi ve çevresindekilerin şüpheli, hileli baskılarıyla içinden çıkamayacağı bir yola girmişti. Bulunduğu yerde yaşadıklarından, kocasının dayağından kaçmak, bu duruma daha fazla katlanmak istemeyen Sevgi, çocuklarını da alarak baba evine kaçmıştı. Baba evi yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibiydi. Ancak iki kafes arasında tercih yapmaktan başka çaresi kalmamıştı. Biri aslanın ağzı, biri kaplanın ağzıydı. Gelinlikle gidenin kefenle dönebileceğine inanıldığından Sevgi’yi kabul etmediler. Sığınmaya geldiği baba ocağından kovulmuştu.   

       Ailesi tarafından kabul edilmeyip çaresiz kalınca ilk gördüğü dala tutunmak, boğulmaktan kurtulmak istemişti.

       Bu sırada Sevgi’nin imdadına Haydar yetişti. Haydar, sürekli kısa kollu beyaz gömlek ve siyah pantolon giyen, sol bileği jilet izleriyle dolu, bakışları etrafına her an kavgaya hazır korkusu yayan biriydi. Kıvırcık, uzun saçlarının altındaki gülüşü bile ürküten duruşunu kapatamıyordu.

       Sevgi’nin ise acılarını gizlemek için sığındığı sürekli gülen bir yüzü vardı. Haydar’ın yüzüyle yan yana geldiğinde iki ayrı zamanı, iki ayrı yaşamı anlatır gibiydi.

       Yeni bir kentte, yeni bir iklimde yepyeni bir hayata başlayacaktı. Çocukları Sevgi’nin ailesine bırakarak büyük şehre taşındılar. Sevgi’nin ailesi kızlarının yeni bir yuva kurduğunu duyunca geriye tekrar dönebilme korkusunu da hesaba katarak çocukları yanlarına almayı kabul etti. Sevgi ve Haydar evlerine yerleştikten, düzenlerini kurduktan sonra nasıl olsa çocukları da yanlarına alırlar diye düşünüyorlardı.

        Sevgi ve Haydar, gecekondu mahallesinde bir apartmanın giriş katını kiralamışlardı. Haydar, çocukluğunun bu mahallede geçtiğini anlatıyor, Sevgi’yi davranışlarında dikkatli olması için zaman zaman uyarıyordu. Bazen bu uyarılar kavgaya dönüşüyor, mahalleyi uyandırıyordu.

        Yaşanan yine böyle bir gündü.

       ‘’Seviyorum ulan seni! ‘’ diye bağırıyordu bir adam. ‘ulan,‘ demesi sevgisine kattığı gücü gösteriyordu. Korkak, ürkek, titrek bir cevap geliyordu kadından. ‘’Ben de seni çok seviyorum.’’  Kadının kullandığı ‘çok,’  ise kendini kurtarabilmek için siper tuttuğu bir sözcüktü aslında. Sanki kadının can simidiydi.

         Haydar haklılığını apartman komşuları da duysun ister gibi bağırarak konuşuyordu. Dışarıdan alkollü gelmişti. Sıradan bir meyhanede doldurmuştu öfkesini içine. İçtikçe içine küfür dolu cümleler biriktirmişti. Kapıdan içeriye ilk adımı atışıyla söze girişi alkolün dilini çözdüğünü, kendisini kavgaya hazırladığını gösteriyordu.

      ‘’Sevgi buraya gel! Gel ulan buraya!’’

      ‘’Canım hoş geldin. Sen içmişsin yine. Gir içeri. Hemen banyoya geç bir duş al. Ben o arada sana güzel bir kahve hazırlayayım.’’

      ‘’Sevgi, bırak şimdi kahve hazırlamayı da önce beni dinle. Benim bu mahallede bir şerefim, namusum var. Hiç kimseye bu onurumu kirlettirmem. Ben seni kaç defa uyardım mahalleye o adamın arabasıyla gelme diye. Bir gören olsa da dese ki  ‘Haydar’ın karısı Şeref’in arabasından indi,’  bu mahallede benim kişiliğim kaç paralık olur?  Hiç mi düşünmüyorsun?’’

       ‘’Ama hayatım ‘Ben bırakırım seni,’ dedi. Ben de kötü niyeti yok diye kabul ettim.’’

       ‘’Ulan ne demek kötü niyeti yok. Onun her tarafı kötülük be!’’

        ‘’Bak Sevgi, beni sinirlendirme. Sen, bensiz bir hiçsin. Bunu kafana koy. Daha önce neler yaşadığını biliyorum. Hiç mi ders almadın? Başına gelenlerden benim sayemde kurtuldun. Değilse sittin sene kurtulamazdın. Ben varım diye bu gün eline üç beş kuruş geçiyor. Ne olur beni üzme. Eğer sen de ben de mutlu olacaksak, para kazanacaksak benim dediğim olacak.’’

        Bir yandan bu tartışmalar devam ederken diğer taraftan mutfakta kendilerine sofra hazırlıyorlardı. Haydar içkileri, Sevgi mezeleri hazırlıyordu. Mutfakta birbirlerine bakmadan konuşuyorlardı. Sevgi sözcükleri ile araya sıkıştırılan tehditler birbirine karışıyordu. ‘Sen benim için her şeysin,’ derken birbirlerine bakmıyorlar, tehdit sözcüklerinde birbirlerine dönerek tehditkâr bakışlarla baskın görünmeye çalışıyorlardı. Sanki gözleriyle birbirlerini tokatlıyorlardı.

         İçkiler ve mezeler hazırlandıktan sonra salona geçtiler. Fazla beklemeden kadehler şerefe kaldırıldı. Kadehten alınan her yudum boğazda bir öfke yığınına dönüşmeye başladı. Sevgi ve Haydar’ın öfkeleri seslerine yansıyor, kulak kabartmaya bile gerek kalmadan komşuları tarafından duyulabiliyordu artık.

        Haydar her yudum içkiden sonra, Sevgi’ye anlayabileceğini düşündüğü bir dille hem onu ne kadar çok sevdiğini anlatmaya hem de öğütlerini, uyarılarını sıralamaya devam ediyordu.

        ‘’Hayatım bak beni üzme! (Bak derken öyle bir ses tonu çıktı ki Haydar’dan, bakmamanın cezası gözlerinden okunuyordu.) Sana bu ortamda ben olmadan ekmek yedirmezler. Bu âlemi avucumun içi gibi bilirim. Eğer sadece benim istediğim yerlerde benim şartlarımla çalışırsan ikimiz de rahat ederiz. Çocuklarına da ailene de para gönderirsin. Yalnız bu mahallede ne olur yalvarıyorum giyimine, davranışına dikkat et. Başka yerlerde ne halt yersen ye ama bana bu çevreden laf getirme. İnsanların yüzüne bakamam sonra.’’

       Sevgi savunmaya geçiyor, Haydar’dan fırsat bulursa mırıldanarak bir şeyler söylemeye çalışıyordu.

       ‘’Aşkım, ben mahallede kötü bir şey yapmıyorum ki. Şeref’in arabasıyla geldim diye, niye bu kadar sinirleniyorsun?’’

      ‘’Bir tanem beni bu mahallede herkes tanır. Kendi halinde iyi bir insan olarak bilirler. O Şeref denen adamın da ne mal olduğunu herkes bilir. Onun arabasında kimi görseler ne iş yaptığını anlarlar. El âleme rezil mi edeceksin beni?’’

       ‘’Sevgi, eğer yanlış bir şey yapmaya kalkarsan, beni terk edip o adamla çalışmaya başlarsan yemin ediyorum seni de o adamı da öldürürüm. Ailene telefon açar ne iş yaptığını söylersem benim öldürmeme bile gerek kalmaz. Çocuklarından da olursun, canından da…’’

        Sevgi sessiz olmaya çalıştıkça ve komşular duymasın diye uyardıkça, Haydar’ın sesi daha da kabarıyor, alkolün etkisi dilini ve kullandığı sözcükleri sertleştiriyordu.

        ‘’Duyarlarsa duysunlar ulan! Ben seni sevdiğimi söylüyorum. Sen benim için her şeysin. Sen de diyorsun ki duyacaklar. Sen beni seviyor musun? Onu söyle.’’

        ‘’Haydar tabii ki seviyorum. Bunları yarın konuşalım. Sen biraz fazla içtin. Komşulara yeterince rezil olduk. Ne olur sessiz ol.’’

        ‘’Hayır efendim! Şimdi konuşacağız. Ben seni ölümüne seviyorum. Bak şu göğsüme. Yemin ediyorum yarsan yüreğimin içinden sen çıkarsın.’’

        ‘’Tamam sus! Ben de seviyorum. Yeter ki sessiz ol.’’

        Sevgi’nin uyarısından mı, yoğun alkolün etkisinden midir bilinmez bir sessizlik çöktü geceye. Ama yalnızca birkaç saat dayanabildi sessizlik kendine.

     ……..

        Bir süre sonra yüksek sesler, alçak sesler dalga dalga, gecede kaybolmaya başladı. İnsanlar kafalarında hayatı sorgulayarak geceye teslim oldular. Ama uzun sürmedi.  Polis araçlarının kırmızı mavi ışıkları arasında geceyi bir ambulans çığlığı yardı. Pencereden görülen manzara korkunçtu. Kadın bir sedye üzerinde vücudu kanlar içinde ambulansa alınırken, Haydar polislerin arasında elleri kelepçeli bir vaziyette bağırmaya devam ediyordu:

       ‘’Onu seviyorum! Ne olur ona bir şey olmasın.’’

        Komşu evlerde ışıklar yanmış, kafalar pencereden, balkondan dışarıya uzatılmıştı. Her hareket ses getirir; ama bütün bu hareketlilikten çıt çıkmıyordu. Geceyi çürümüş bir ilişkiden geriye kalan anlamını yitirmiş sözcükler dolduruyordu.

        Işıklarını yakarak dışarıyı tanıyan komşular daha birkaç saat önce karanlıkta kafalarını pencereden uzatıp, konuşmaları kimselere görünmeden dinliyorlardı. Her şeyi görmek duymak istiyorlar; ama şahitlik yapmamak için saklanıyorlardı. İnsanların suçüstü yakaladıkları bir hayatı görmemeye çalışmaları belki de kendi vicdanlarını yaralıyordu. İçlerinde açılan bu yarayı hiçbir şey görmüyormuş gibi yaparak kapatmaya çalışıyorlardı; ama kapanmıyordu. İnsanlar gözlerini de kapasalar, kulaklarını da tıkasalar bu gecenin karanlığından unutamadıkları izler kalmıştı. Herkes duyduklarını kendi içinde evirip çevirip tekrar dinliyor, sevmenin nasıl bir şey olduğunu sorguluyordu.

Veli ERDEN

 velerdem@gmail.com

        
            ______________________________________________________________
 

Veli ERDEM Kimdir?

 

 

1966 Anamur doğumlu. Mersin, Anamur ilçesi Kaşdişlen Köyü’nde doğdu.

 

İlkokulu Köyünde, Ortaokulu ve liseyi Anamur’da okuduktan sonra 1990 yılında Diyarbakır Dicle Üniversitesi Coğrafya Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Sınıf öğretmeni ve sonrasında Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak Mersin, Adıyaman ve Antalya’da çeşitli okullarda görev yaptı. Halen Anamur’da görevini sürdürmektedir.

 

Öyküleri, Ütopya, Çorba, İmgelem Çocuk, BH Sanat, Dikili Ekin, Turunç, Patika Dergisi gibi kültür-edebiyat dergilerinde yayımlandı.

 

2011 Yılında Kelenderis Öykü Yarışması’nda ‘Sırrım Yüreğimde Patladı’ adlı öyküsü ile Aydıncık Belediyesi Teşvik Ödülü aldı.

 

Edebiyatçılar Derneği üyesidir.

 

Veli ERDEM irtibat e-postasi: velerdem@gmail.com

 

****************

 

“SEVGİ ŞİDDETTEN KAÇARKEN” HİKÂYELERİ HAKKINDA

 

Sanat birikimini süzerek söyleyeceklerini, estetik kaygıyla, ortaya koymaktır bir anlamda…

 

Veya duyumsadıklarını damıtarak dışa akıtmaktır.  Üzerindeki toprağı çatlatmak, kabuğunu kırmaktır…

 

“Sevgi Şiddetten Kaçarken” kitabındaki öyküler yazarın ayrıksı gözlemleriyle yoğrulmuş öyküler.

 

Yıldızlı otel lobilerini, barlarını anlatmıyor sözgelimi. Birlikte yaşadığı yoksul, sıradan insanların dramlarını öykü diline indirgeyerek alaysı bir dille anlatıyor…

 

Yobazlar, Şıhlarda çare aryan cahiller, zor koşullarda çalışan öğretmenler, küçük yaşta evlendirilen kızlar, kocaları tarafından öldürülen kadınlar, sözlerinde durmayan politikacılar, görevlerini kötüye kullanan bürokratlar, yoksul köylüler…

 

Ekonomik, sosyal çarpıklığın sarmalında dolaşan sarsıcı öyküler…

 

Nazmi BAYRI

Bu haber 30681 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    İnsanlar yine mutsuz ve umutsuz...25 A?ustos 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir