anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 33  
»Bugün 1537  
»Toplam 14353483  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 18.97.14.84
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

"PARALI" ELLER VE PARALELLER

Osman ERENALP

19 Ocak 2014, 23:34

Osman ERENALP

    “PARALI”  ELLER ve PARALELLER

 

Rüşvet vermek, rüşvet almak nasıl şey?

Hazineden para çalmak nasıl şey,

Terlemeden zengin olmak nasıl şey?

Biz ne bilek beyim, büyükler bilir.

       Abdurrahim KARAKOÇ

 

*********

 

Biz ülkeyi 26° - 45° doğu meridyen, 36° - 42° kuzey paralelde bilir, öyle öğretirdik ki  başka paralelleri de varmış meğer.

 

Paralellikler cennetiymişiz de haberimiz yokmuş.

 

Paralel devlet, paralel evlat,

Paralel masa, paralel kasa,

Paralel kutu, paralel mutu.

 

Bu paralelde imparatorluk bakiyesi bir koca devletin paylaşılma mücadelesine şahit olduk 2013’ün son ayında. Gizli ortaklık yerini açıktan hesaplaşmaya bırakmış. Yargı, emniyet, eğitim v.s. mücadele her cephede devam ediyor hız kesmeden. Esasen dünden belli, bugün de bir derinliği kalmamış o yapıyı bilen biri çıkıp da deşifre etmişti yakın geçmişte.

 

“Bir devlet var devlette, devletten içerû,

İmamı var birde kurumların imamdan içeru” diye, ama duyan olmamıştı. Sen misin bunu diyen, içeri atılmıştı Hanifi-Şafii demeden.  Onu diyen Silivri’de şimdi.

 

Cephe meşru muhalefetten açılsa “la dini şer cephesi işi ” denilip geçiştirilebilirdi. Kılıçlar içeriden çekilince iş zorlaştı.  “Dinlinin hakkından imanlı…”  bu kez tabir yerindeyse “şer’i şerife” uygun yani. Bütün zorluk orada.  “Kumpas”, “çete”, “örgüt”, “paralel” v.s.  ile “cambaza baktırmakla” ne kadar idare edilir zaman gösterir onu. Bilinen o ki yeni günler yeni gelişmelere gebe. Görelim Mevla neyler.

 

Hz peygamber buyurdu;  “Kimse alnının teriyle kazandığından daha hayırlısını yiyemez”

 

İçinde alın teri olmayan kazançtan hayır gelmez.

 

İmam-ı Azam; “Bir paranın nereden kazanıldığını merek ediyorsan, nereye sarf edildiğine “bak” diyor. Haramın binası olmaz” Kumardan ranttan gelen kumara, işrete eğlenceye, her biri geldiği yere.

 

Çalışmadan zengin olmak isteği ferdi aşıp, millete dayandıysa vay o milletin haline.  Atatürk bunu görmüş, o konuda uyarmış milletini;

 

''Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını itiyat haline getiren milletler; önce haysiyetlerini, sonra istikballerini, daha sonra da hürriyetlerini kaybetmeye mahkûmdurlar...'' diyerek.

 

Şu bir gerçek ki zor elde edilen kıymetli olur. Aşk olsun, dostluk olsun, makam olsun bu böyledir. Zahmetsiz elde edileni ise elden çıkartmak kolaydır. İçinde alın teri olmayan her şey öyledir. Makamların ise bu noktada ayrı bir önemi vardır. İrade test yeridir oralarda geçirilen yıllar. Hüner odur, elinin tersiyle itebilsin hak etmediğini kişi. Kullanmasın makamın rütbenin gücünü kişisel çıkarı için. Emanetin ehline verilmemesini kıyamet alameti sayıyor Hz Peygamber. Zor sınavdır nefis sınavı. Geçemedin mi ondan yaşayan ölüsün Allah etmesin.

 

Âşık Sefai komşumuzdu. Şiir kitabını imzalamıştı bir defasında. “Badal.” Açtım ilk sayfasında şair Cemal Safi’nin “daha evvel duysam şairim diye ortaya çıkmazdım” dediği o meşhur dörtlük; 

 

“Ey Sefai!

Başım diye övün me ha!

Ne gelirse başa gelir

Diz toprağa yasalanır da

Baş düşerse taşa gelir.”

 

(Şeyh Edebalı gibi o da yukarıdakiler aşağıdakiler kadar emniyette değildir diyor yani)  İlk kez koltuğa makama oturanlara unutmadıysam şayet bu dörtlüğü hatırlatmışımdır hep. Memnun kalıp yazılı halini istemişlerdir çoğu da benden. Makamlar, yükselişi hazırlayabildikleri gibi tükenişin nedeni de olabilirler. Nefsin esiri olursan tükenirsin. Suç altın olsa bile kimse üzerine almaz. Etrafın boşalır. Bir başına kalakalırsın.  Dönüp de demez ki kimse o saatten sonra; “Beraber yürütmüştük biz bu yollarda…”  diye.

 

Tarih tekerrür demek. Benzer şeyler bizden evvel yaşanmış, bizden sonra da yaşanacak.        İbret alabilsek devir ayrımı yapmaksızın başkalarının yaşadıkları da bizim için. Kültürümüzün “abide isimleri” ne altın miraslar bırakmışlar bize bu hususta. Mevlana diyor ki:

“Günün adamı olmaya çalışma, hakikatin adamı olmaya çalış. Çünkü gün değişir, hakikat değişmez..”

 

(Düşünmek lazım. Bir Mevlana’mız olmasa nasıl olurduk acaba? Bir Akif’imiz, bir Yunus’umuz ve diğerleri… Tefekkürümüz, irfan hayatımız, gönül dünyamız…)

 

 “İstismarın” hangi konuda yapılır yapılsın kötü. Ancak “din istismarı” ötekilerle mukayese götürmez. Onun sosyal hayatta toplum bünyesinde bünyede açtığı açacağı yaranın, zararın derecesi başka.

 

Yetenek yarışmacılarını hatırlayalım. Çoğu taklit dalında çıkarlar jüri önüne.

 

Kimleri taklit ederler?

 

Şöhretleri, marka isimleri, zihinlerde yer etmiş gönüllerde iz bırakmışları.

 

Kişi için olan mal için, ürün için de de geçerli midir? Geçerlidir.

 

Hangi ürünün “çakması” olur?

 

Marka olmuş, belli üne kavuşmuş ürünlerin. Derecesine göre  her değerin taklidi  olabilir meseleye bu açıdan bakıldığında. Söz buraya gelmişken, dinin de taklidi olur mu? Âlası olur hem de.  “Tahkiki” olanı vardır onun da bir de  “taklidi”  olanı. Dinde taklit en kötüsü tüm taklitlerin.  Ona bir kez kapıyı araladın mı devamı gelir. Yalanı yalanla doğrular,  haramı haramla aklarsın. Bakmışsın yalanın da haramın da tükenmiş.  Diyecek sözün, verecek haramın kalmamış. Aldatan kendin aldatır. Kimse de bir ömür aldanmaz.

 

TOKİ ihalelerinin Bayraktarı “şecaat arz ederken” dediler ki;

 

“Ne yaptıysam talimatla yaptım.  Ben kadar talimatı veren de mesuldür”

 

Mesleki bir fıkrayı hatırlattı bu itiraf bana.

 

Müfettiş sınıfa bir soru yöneltir. Sınıftan cevap çıkmaz. Öğretmen geri plana geçip tüyo verir.  Öğrenci parmak kaldırır soruyu cevaplar.   Müfettiş nasıl bilebildiğini sorduğunda da;

 

“Öğretmenim söyledi” der.

 

Teneffüse çıkılır. Öğretmen çocuğu yanına çağırır. Ona hatasını anlatır. Öğrenci yaptığına pişman olur ama olan olmuştur bir kere. İkinci derse girilir. Yine sorular sorulur. Bir önceki dersin kahramanı yine parmak kaldırır yine doğru cevap verir.

 

Müfettiş ona takılır, birinci derse gönderme yapar;

 

“Yoksa bunu da mı öğretmenin söyledi?”

 

Kriz eşittir fırsat. Öğrenci bir önceki hatasını telafiye, dolayısıyla öğretmenini kurtarmaya çalışır;

Hayır öğretenim. Öğretmenimiz bize bir şey öğretmez ki. Biz her şeyi kitaplardan, ansiklopedilerden, kendiliğimizden öğreniriz”

 

Yaradan şaşırtmaya görsün. “Bir kez bozulmasın insanın işi. Muhallebi yerken kırılır dişi”.

 

“Aklandım” zannedersin, bakmışsın  “haklanmışsın.”

 

“Aklanmak” dediğin “sizde bir türlü, bizde bir türlü.” İnşallah öğretmenini aklamaya yetmiştir ince zekâsı küçük afacanın.

 

Üniversiteden bir hocamız derdi ki;

 

“Gizlilik de kötülük, açıklıkta güzellik vardır”.

 

“Rakamlara”, “rakımlara” bakıldığında bu kadarı “çıraklıkla, kalfalıkla sehl olamaz.  Ustalık” işi olsak gerek bütün bunlar” diye düşünmeden edemiyor insan.

 

Bizde devletlilerimizin Osmanlı aşkları malumdur.  Ecdat başarılarını sahiplenir kimseye kaptırmazlar onları.  Lakin Osmanlı aşkı lafla olmaz. “Var türlü parlak söz anlamı yok.” İcraat gerek onun için.  Zat-ı şahaneleri otağı Humayuna oturmadan kadrolu saray görevlileri;

 

“Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”  diye uyarırlardı kendilerini. O tembih üzere yürürdü işler “Devlet-i Âli’de”.

 

Teklifimiz benzer uygulamanın Cumhuriyet döneminde yeniden ihdası. Hazır torba yasa önüne gelmişken meclisimizin.

 

“TIR dolu” kriz kapımızdan eksik olmayacak değilse.

 

Son olarak;

 

Çocuk sahibi olamayan biri, bir ermişin türbesine varır şu duayı okurmuş her defasında;

 

“Allah’ım Lütfü’nden ver,

Allah’ım ihsanından ver,

Allah’ım kereminden ver.”

 

Adam çocuk sahibi olmuş mu hikâyenin o kısmı yok. Ancak bir arkadaşın annesi bu hikâyeden çok etkilenmiş. Üç oğluna bu isimleri vurmuş (kendi değimi ile) Lütfü,  Kerem, İhsan. (Birisi yaşamamış)

 

Bizim duamız da o dur;

 

Allah her ne verirse, lütfundan, kereminden ve de ihsanından…

 

Evlat verirse de, Devlet verirse de…

 

Ancak Allaha bırakmamalı sadece.

 

Allah resulü buyurdu ki;

 

“Tembel tembel oturup da Allah’tan yardım dilemeyin. Bilirsiniz ki gökten ne altın yağar ne de gümüş”. Kul da üzerine düşeni yapmalı. Unutmamak lazım;

 

“Neye layıksanız, onunla idare edilirsiniz”.

 

Osman ERENALP

Ankara Ocak 2014

Bu haber 2462 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    Geçmişini bilmeyen, geleceği anlayamaz....03 Aral?k 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir