“ÖĞRETMEN ÖĞRETİR”
Öğretmen okulunda okulun “basketbol”, “voleybol” takımındaydık. Kırşehir’de okul sayısı belliydi. Lise, Ticaret Lisesi, İHL, üç de ilçe liseleri vardı. Kaman, Mucur, Çiçekdağı. Onlar da takım çıkaramazlardı çoğu kere. Okul yatılı olduğundan; kapalı spor salonu, takımı çalıştıracak hoca, disiplin bir arada oluyor ve başarı da geliyordu ister istemez. Öğretmen okulları bu durumdaydı o dönem. Arkadaşlar arasında “milli” diye çağırılmak, hoşumuza giderdi. “Öğretmen öğretir” temposu tuturulurdu karşılaşmalarda. Gururdan derimize sığamaz, coşar, rakip tanımazdık o gazla. Dört yıl çabuk geçti. Okul bitti. Öğretmen olduk. Gördük ki yersiz gururmuş o günkü. “Öğretmen öğrenir” olmalıymış doğrusu. Önce öğrenecek, sonra öğreteceksin. Mezun olduğun günün bilgileriyle kaldıysan o günde yaşıyorsun. Tersinden okursan “öğretmen öğrenmez” olur. Tanrı mesleğinin lügatinde ona yer yok. Yok mu peki “öğrenemez öğretir” modunda olan hâla? Var elbet.
Buyurun bir örnek:
Öğretmen, okulun demirbaşına kayıtlı kitabı zimmetine geçirmek suçlamasıyla soruşturma geçirmektedir. Oturur muhakkikin (müfettiş) karşısına. Şu şekilde savunur kendisini.
“Hocam, ben okulu bitireli on yıl oldu. Daha eline kitap almış adam değilim. Ne edecem okulun kitabını zimmetime geçirip de...”
Muhakkik siz olsanız suçlu sayar mıydınız bu durumda?
Belki kabahatinden büyük bir özür ama dürüstlük de az erdem değil böylesi bir zamanda. Çok da ihtiyacımız var buna içinden geçtiğimiz süreçte.
Adını “okumaktan” alan “okul”larımız okumaktan uzaklaştılar ki “okuma saatleri” kondu okullarımıza. “Türkiye okuyor” projesi dendi adına da. Sonucu merak eden sınıflara girsin manzarayı görsün.
“Öğrenci okuyor, öğretmen seyrediyor”. Tümü için denemese de bu genelde böyle. Kimi örnek olacak peki bu durumda öğrenci? Demeyecek mi, “faydalı olsa öğretmenimiz okurdu” diye.
Çocuk işi oldu “okumak” yani.
Büyükler çocuk mu ki eline kitap alsın?
Mart ayı milli şuur açısından önemli bir ay. “12 Mart” İstiklal Marşımızın kabulü. “18 Mart” Şehitler günü, Çanakkale Zaferinin yıldönümü v.b. bu aya denk düşmekte. Moda oldu İstiklal Marşımızı da sabilere ezberlettiriyoruz artık. Akif’i de o sayede hatırlıyoruz. Dikkatli incelendiğinde “Safahat’ın” üçte ikisinin Müslümanları tenkitten ibaret olduğu görülür. Ümitsizliği, korkuyu, ataleti, tembelliği telin ediyor o ölümsüz eserinde merhum Akif.
Başkası bunu dese maazallah “mürted”likle damgalanır.
Sözün sahibi Akif olunca bir şey diyemiyor, çaresiz kalıyor sözün muhatabı. Çünkü biliyor ki O Arapçaya vakıf. Kur'an ezberinde. Söylediklerinin hiçbiri ezbere söylenmiş değil.
Bunu da şu şekilde dile getiriyor İstiklal Şairi:
Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,
İnan ki, ne demişsem görüp de söylemişim..!
Bilerek inanarak söylemiş sözler ne denmişse.
“Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” bir ağızdan çıkmış sözler. O okuyan, araştıran karşılaştırmalar yapan samimim bir Müslüman, samimi Türk. Bildiğini tam biliyor. Bilmediği hakkında konuşmuyor. Bir soru üzerine “Celaleyn Tefsirini” onyedi kez okuduğunu söylüyor. Yarım hoca değil yani birçoğu gibi. Kaç kitabı ikinci kez okuduk sorusu geliyor akla ister istemez.
Hz. Peygamber; “İlim müminin yitiğidir. Nerede bulursa onu oradan alır” buyuruyor. İlim bilgi, bilgi de kuvvet demek. Ona ulaşmak çok da zor değil aslında bu zamanda. Yeter ki peşine düş gönülden iste.
İki günü eşit olan kaybetmiştir.
Öğretmenin bugünü dünden, yarını bugünden iyi olmak zorunda.
Sırf örgün, yaygın eğitime dâhil olanlar için değil sözümüz, tüm öğretmenler için.
Dün de, bugün de eğitim çıkmazımızın birinci meselesi eli öpülesi öğretmen yokluğu.
Yarınların da birinci meselesi olacak bu mesele. Öznesi o çünkü eğitimin.
Kalanın hepsi bir öğretmen etmez.
Osman ERENALP
2013/Ankara
Bu haber 2623 defa okunmuştur.