| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
HOCALARIM, HOCALARIMA, HOCALARIMDAN04 Aral?k 2014, 15:00 HOCALARIM, HOCALARIMA, HOCALARIMDAN
“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer…” Bugün 24 Kasım. Meslekte 40. yılıma kavuşturan Allaha hamd ile öğretmenlerimi düşünüyorum. İlkokuldan üniversiteye yollarımız kesişenleri… Sel gider kum kalır. Onlardan geride kalanları... Seline göre kum… Ölenleri rahmetle, hayatta olanları saygıyla anarak…” *** Bizim köy dağ yamacındadır. Güneye bakar. Evler aşağıdan tek sıra görünür. Bizim ev bir başındadır köyün, okul ise diğer başta. Okul dediysek Akko Gilin Osman’ın evi. Onun ikinci katında tek oda. Ağaç merdivenle çıkılıyor. Diğer odası öğretmenin evi. Okul yapımı sürüyor, bitmesini bekliyoruz. Köy, tarihinde ilk kez okulla, öğretmenle tanışıyor. Okul çağında kim varsa birinci sınıfı okuyoruz. Komşu Aktaş Köyünden gelenler de var. Onlarla sayımız kırka yakın. Onların da okulu yapılıyor. Öğretmen verilirse köylerinde okuyacaklar. Dörder kişi oturuyoruz ö yüzden. Siyah önlük, beyaz yaka heyecan veriyor. Kalem, silgi, kalemtıraş, boya kaleminden oluşan araç gereci çantaya katıp okulun yolunu tutuyoruz. Teker lastiğinden silgi, çimento kâğıdından defter yapıp gelen arkadaşlar var. Sabahları eller masa üzerinde öğretmeni bekliyoruz. Tırnak mendil kontrolü yapılıyor. Bu mevsim havalar sıcak. Üşümüyoruz. Yağmur çamur da yok. Evin uzaklığı önemli değil ancak köpekli evler var yolumun üzerinde. Onlar korkutuyor asıl. Korkunun ecele faydası yok. Gidip geliyoruz yine de. Bir öğlen merdiven başında sıra beklerken biri elimden tutuyor. Bakıyorum, öğretmen. Diğer odaya geçiyoruz birlikte. Leman Ablası var evde. Bir de onun kızı Betül. Birlikte kalıyorlar. Betül sınıf arkadaşımız. Abla su döküyor, ellerimi yıkadıktan sonra sofraya oturuyoruz. İlk elimden tutan, kalem tutmayı ilk öğreten Mustafa ERGİN öğretmeni unutamam. Köylü de unutmadı ki Betül adı koyanlar oldu. Öğretmen yeğeni diye. “Birinci sınıf öğretmenim” aramızda değil bugün... *** Halil PALA Balıkesirli ikinci sınıf öğretmenim. Mustafa öğretmen gibi o da bir yıl kalmıştı köyde. Okul ve lojman vardı onun zamanında. Erkek kardeşi Osman’la kalırdı o da. Gurbetçileri sıra söğütlerin altından iki el ateş ederek karşılamıştı. Adetmiş memleketlerinde. Ne var bunda diyeceksiniz? Bazı şeyler akılda kalıyor. Bu da onlardan işte. Birler, ikiler bir aradaydık onun zamanında. “İzmir’in kavakları”, “Eğilmez başın gibi” Ege türkülerini öğretmişti. Köyden biri çarşı iznindeyken İzmir’de karşılaşmış. Eşi de varmış yanında. Son bilgi o Halil öğretmen hakkında. Türk kültüründe her türkü bir öğretmen demek. Türküyü seveni severiz o yüzden. Halil öğretmeni de… *** Senayi ASLANPARÇASI. Çermik ilçesinin Aşağı Şeyhler köyündendi. Üçüncü sınıf öğretmenimiz. Niyazi’yi gölden çıkartmasıyla hatırlarım onu. Evin tek erkek çocuğu. Öküzün kuyruğuna tutunmuş yüzüyorduk. Bir kez karşıya geçmiş dönmüştük. Üçüncü seferde ecel yakalamıştı. Kıyıya üç metre mesafede su üzerinde bir çift el. Göle her gittiğimde aynı noktaya bakarım. Kaybolmuşlardı o imdat eller. Öğretmene koşmuştuk. O çıkarmıştı sudan. Yuttukları boşalmıştı ağzından burnundan. Kenara uzatmış, meşe dallarıyla örtmüştük üzerini. “Niyazi” başlıklı hikâyeme konu ettiğim için fazlasını anlatmıyorum. Her şey gerisinde kalır onun değilse. Hocayı unutabilirim, Niyazi’yi unutamam. Senayi öğretmen evli ve o da erkek kardeşini almıştı yanına. Bizimle okurdu. Sık sık evden kaçtığını yoldan çevirdiğini hatırlarım. Çermikte karşılaşmıştık hocayla en son. Niyazi’yi anlatmıştı kahvedekilere, birlikte yeniden yaşamıştık o bahtsız günü. *** Sabri IŞIK; İlkokul öğretmenlerimden hayatta olanı… Eğitim müfettişliğinden emekli. Tekirdağ’da kendi memleketinde yaşıyor. Öğrencisi idik, meslektaş olduk daha sonra. Beş sınıf bir arada, bir yıl okutmuştu. Annesi Şevkiye Teyzeyle kalırdı. Dersliğimizin kitaplığında Dede Korkut hikâyeleri dururdu. Deli Dumrul hikâyesini severdim en çok. Meğer “Han”ım, Oğuz’da Duha Koca oğlu Deli Dumrul adında bir er vardı. Bir kuru çayın üzerine bir köprü yaptırmıştı. Geçeninden otuz üç, geçmeyeninden döve döve kırk akçe alırdı. Bunu niçin böyle ederdi? Şunun için ki “Benden deli, benden güçlü er var mıdır ki çıksın benimle savaşsın? Benim erliğim, bahadırlığım, kahramanlığım, yiğitliğim Rum’a, Şam’a gitsin, ün salsın.” derdi. Mezuniyet gecesi yapmıştık. Nasrettin Hoca hikâyelerinden uyarlama bir piyesimiz vardı. Başrol benimdi. Hasretli Hoca demeye başlamıştı köylü o rolden sonra. İki köy okulu bir araya gelip tüm derslerden bitirme sınavına tabi tutulmuştuk. Birinci seçilmiştim. Bir paket sulu boya koymuştu önüme. Yanımda oturan Cuma kapıp çantasına katmıştı el çabukluğuyla. Öğretmen uyarınca çıkarıp vermişti. Ödülüymüş birinciliğin. Bir seminer dolayısıyla Yalova’da karşılaştık. “Böylesi kırk yılda bir” başlığı altında yazmıştım bu satırlarda. “Mutluluğumu tarif edemem” demişti ayrılırken. Dört anlamlı gün. Görüşürüz halen. İlkokul öğretmenimi arama zevkini tadarım onunla. Uzun sağlıklı ömür diliyorum kendisine. İlkokul yıllarına ait tek fotoğrafım var. O da diplomamdaki vesikalık. İlkokul bu kadar, Sonrası ortaokul...
*** Ömer ATILGAN. Ortaokul müdürü ve Türkçe öğretmenimiz. Kaş yüz ifadesiyle Atatürk’ü andırırdı. Hatipti. İki öğrenci evine içinde çay şeker olan bir hediye paketi bırakmışlar. Bayrak merasiminde iade etmişti kendilerine. Karne tatilinde okumam için Ergenekon Destanını vermişti. Onu hatırlarım. Diyarbakır’a tayin olmuştu daha sonra. Milli Eğitimin güçlü, yiğit bir neferiydi.12 Eylül öncesi Bağlar Ortaokulu müdürü iken vurulmuştu. Adapazarı’nda lokantada duymuştum haberi. Lokmalar boğazıma durmuştu. *** Ortaokulda diğer müdürüm. Öğlen arası çift kale maç öncesi “163 gel” demiş, ceketini tutturmuştu. Unutmam o gün bugün, ne okul numaramı ne okul müdürümü. Adını hatırlasam bir mahcubiyetten kurtulacağım. Ona da uğraşıyorum. Sonuç alacağımı umuyorum. Nerede o öğrencisini numarasıyla çağırabilecek öğretmen bu zamanda? Var bir numarası demek ki, hem çağıranın, hem çağrılanın… *** Muttalip GÖZEN. İngilizce öğretmenimizdi. Bir branş öğretmeni düşmüştü nasılsa olduysa okula. “Tren gelir hoş gelir.” türküsünü İngilizcesinden öğretmişti. “Litle litle bayby, come to be”. Bir o kalmıştır aklımda o yıllardan İngilizce adına. El yarası geçer dil yarası geçmez. Çok şey var o konuda söylenecek. Yazmıştım onu da yine bu satırlarda; “Bize yabancı” dil, diye.. *** Ülkem insanı Kutlu AKTAŞ adını bilir. Âlemde sevilmeye değer insanlardan biridir. Ağrı, Malatya, Çanakkale, İzmir, İstanbul valilikleri… Bunlar benim hatırladıklarım. Seçim öncesi İçişleri Bakanlığı da yapmıştı. Ama bizim için Çüngüş kaymakamıydı her şeyden evvel. Tarih dersimize gelirdi ortaokulda. Yatılı okul sınavları için gittiğimde Diyarbakır Dağkapı’da karşılaşmıştık. Önce sınavı sormuş sonra da götürüp makam cipine oturtmuştu. Kudret vardı bir de bizim sınıftan. Ailesi yeni doğmuş bebeği ile köy yoluna kadar yolculuk etmiştik. İzmir valisi iken ziyaretine gitmiştim. “Babana benziyorsun” demişti. Sevdiği muhtarlardandı. İyi anlaşırlardı onunla. Bir keresinde dilekçe verecektim. Makamına gitmiştim. Halı seriliydi yerde. Ayakkabılarımı çıkartınca “gel çıkarma” demişti. Halıya basılmazdı bizde. Halı alacak halımız da yoktu zaten. Yanlış anladım belki de diyerek duvarla halı arasındaki boşluğu kullanmıştım yine de. Öylece ulaştırmıştım dilekçeyi. Pansiyon yaptırmıştı bize. Köyden gelenler günlük 14 km yol yürümekten kurtulmuştuk. Adı gibi “Kutlu” bir insan ve örnek devlet adamı… *** Din dersimize gelirdi. Branş öğretmeni değildi. Fıkrayla doldururdu dersi. Onlardan aklımda kalan biri; Atatürk yurt gezilerinin birinde bir köy imamıyla karşılaşır. Ona sorar “Arapça bilgin nasıldır” “İyidir paşam” “Vettini vezzeytûni vetûri sinina ve hazal beledil emin” Ayetin manası ne peki? Manası şudur Paşam onun; “Zeytin ve incir nimetlerin en üstünüdür. O de Tûri Sina’da belediye reisi Emin efendinin evinde bulunur ancak” Ata gülümser. Pratik zekâsı dolayısıyla ödüllendirir onu. Geçmiş midir böyle bir konuşma? Anlattı unutamadık işte, doğru ya da yanlış. *** Bir dönem öğretmen sayısı yetersizdi. İlçe kaymakamı, askerlik şube başkanı, ilçe ziraat müdürü v.b. derslere girerlerdi. Halen öyle olanı var. Savcı Bey dersimize girmemişti. Münazarada jüri başkanıydı. “Kişiliğin teşekkülünde okul mu önemli, yoksa aile mi?” O konuyu tartışmıştık. Sıra bana geldiğinde “Anayasa kanunu” demişim. Yasa kanun demek. “Ana kanun kanunu” demek oluyormuş. Onu düzeltmişti. Böyle bir ders almışlığım var savcı Beyden de. Kim aynı hataya düşse savcı kesilirim o gün bugün. Jüri başkanı olurum karşısında. *** Ortaokul matematik öğretmenlerimden geriye kalan soğuk yüz ifadeleridir. Nebi Beyin adı aklımdadır bir. Bu branşın kaderi olsa gerek. Hepsinde az çok bulunur o ifadeden. Bağışlasın, birinin lakabı “rengi tatlı” idi bizde. “Öğrenci ağzı bu. Çuval değil ki büzesin”. Tahtayı en düzgün onlar kullanırlar. Sarı çizgisiz defter vardı bizim zamanımızda. Deftere geçerdik tahtadakini sayfayla aynı. Bu dersten dünya ölçeğinde sıralamadaki yerimiz iyi değilse vebalin büyüğü onların. Bu dersi sevdirmek de, korkulu rüya haline getirmek mümkün. Her branş öğretmeni şu soruyu sormalı kendine. “Çocuğumun ben gibi bir öğretmeni olsun ister miydim” acaba? Bir rakam öğrettilerse de teşekkür borcumuz var kendilerine yine de. *** Ortaokula ait iki fotoğrafım var. Biri -babası zabit kâtibi Giresunlu- sınıf arkadaşlarım Harun Reşit ve bizim köyden Cuma arasında çekilen. Diğeri “gislavet” ayakkabılı tek olanı. Harun Reşitle ben öğretmen okulunu kazanmıştık. Cuma astsubay emeklisi şimdi. Sonrası Öğretmen Okulu.
*** Tam adı Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu. Kayıt işini Fikret-Nazmiye UTLU çifti yapıyordu. Karı koca rehber öğretmenler. Diyarbakır foto Çetinde çektirdiğim vesikalığı uzatmıştım. Fikret Bey “Nazmiye yakışıklığa bak” demişti. Çiçekli dallı şallı gömlek vardı üzerimde. Kumaşını babam almış, Şevkiye Teyze dikmişti. Kravat yakada yan durmuş. Öyle bir fotoğraf. İltifat, intizar, itiraf, iftira.. Diyen unutsa da duyan unutmuyor görüldüğü gibi. Söz gibisi yok âlemde. Asırlar gerisinden Yusuf Has Hacib Hocamızı da rahmetle analım bu vesileyle; Bedenin süsü yüz. Yüzün süsü göz. Aklın süsü dil. Dilin de süs söz. (Kutad gu bilig’den) *** Osman KARAGÜLLÜ: Kırşehir’in köklü ailelerinden. İlk müdürümüz oydu. Çam yarması gibi heybetliydi. Kızı Nuray bizim sınıftaydı. İlk karşılaşmamız iyi olmamıştı. Yemekte iki arkadaş tartışmış biri karavanayı ters çevirmişti. Nöbetçi öylece bırakmış idareye haber vermiş. Akşam etüdünden alınarak yemekhaneye getirilmiş, yerimize oturtulmuştuk. Bizim masadakiler kalmış diğerleri sınıfa dönmüşlerdi. Sorgulama başlamıştı. Kim yaptı bunu? Önden iki arkadaş dememişlerdi. Bana sıra geldiğinde “su almaya gitmiştim o sıra” deyince. Müdür saçlarımı yanlardan kavrayarak ayağımı yerden kesmişti. Ateş çıkmıştı gözümden, yediğim tokat yüzünden. Ama söylememiştim. Sıradaki itiraf edince müdür yardımcısı odasına alınmıştık bu kez. Bir posta da orada nasiplenmiştik dayaktan. Neden doğruyu demediniz? diye… *** Necati SERT; Görüntüsü sert, kalbi yumuşak öğretenimizdi. Okulun voleybol, basketbol takımını çalıştırırdı. Ben de oyuncusuydum. Ankara’yı, Tokat’ı Kayseri’yi Niğde’yi bölge birincilikleri için gittiğimizde öylece görmüştüm. Mezuniyet sonrası Kırşehir’e gittiğimde evinde misafir etmişti. Gazi Üniversitesinde karşılaşmıştık en son. Elini omzuma koyup arkadaşların “Osman basketbolu akıllı oynardı” demişti. Gururdan derime sığmamıştım. Kırşehir’e tayin olmuş, il değiştirmeden oradan emekli olmuştu. Öğretmen Okulu, Eğitim yüksek okulu, Ahi Evran Üniversitesi öğrencileri onu tanır. Çağın hastalığı ayırdı aramızdan. *** Necati AKTAŞ: Necati adlı ikinci beden eğitimi öğretmenimiz. Basketbol bölge birinciliği için Tokat’a götürmüştü bizi. TED koleji çıkmıştı karşımıza. 204 sayı atmışlardı. Dünya ikincisi bir takımdı. Aytek başta olmak üzere milli takımın oyuncuları oldular çoğu. Rekor istemişler, kısmetlerine biz çıkmışız. İzim kırk dört sayımız olmuştu. Böyle bir rekorun sahibiyiz işte. Bunu da kaydetmiş olalım. *** Biyoloji dersine ilgim yoktu. O yıl bu dersten deneme programı uygulanıyordu. Başarılı bulunursa yaygınlaştırılacaktı. Derslerin çoğu laboratuarda geçiyordun. Birinci dönemin son dersinde “kloroplast” sözcüğü geçmişti. Fotosentezde yeşil rengini veren madde. Tekerleme gibi gelmişti. Kloroplast… Not etmiştim kitabın kenarına. İkinci dönemin ilk dersinde bunu sormuş cevap çıkmamıştı sınıftan. Sayfa kenarındaki not gözüme ilişmiş, parmak kaldırmıştım. Not defterini çıkartmış sözlü notu olarak on yazmıştı. Hocaya mahcup düşmemek, notu da düşürmemek için gayret göstermiştim o yol. Bu nadir not yüzündendir Nadir ÖZCAN öğretmeni unutamayışım.
*** İbrahim UYSAL; Resim iş öğretmeni. Biyonik adam. Manisa Tarzanı… Ne derseniz… Kravatlı halini gören olmamıştır. Gömlekle dolaşırdı yaz kış. İş atölyesinden ayrılmazdı. Kırşehir’in dağında, bayırında, kenarda, köşede gördüğü her nesne onun için bir resim malzemesiydi. Okul koridorlarını süsleyen renkli taşlar, camlar, suntalar ne kadar tablo varsa altında onun imzası vardı. En güzelleri de müdür odasına alınmışlardı. İçeri girenler gözlerini alamazlardı o ağaç işlerinden. Resim yeteneği olmayan arkadaşların çalışmalarına bakıp; “rüzgârın oğlu” dediğini, yine elindeki anahtar tomarını sallayarak “yemek zili goçum bu, yemek…” deyişini öğrencisi olan herkes hatırılar. Bir resim albümü, bir kalem kutusu, ağaç işi bir ahşap abajur altlığı durur evde, hocadan hatıra. Ben unutsam onlar unutturmazlar... Bende bu kadarı olunca okul koridorlarının onu unutturması hiç mümkün değil. *** Özbek İNCEBAYRAKTAR; “Sevdan ile sarhoş oldu Türkiye’m Aklım aldım bir hoş oldum Türkiye’m” Şiir, edebiyat dünyası “Türkiye’m şiiri” ile tanır onu. 16 Mart öğretmen okullarının kuruluş yıldönümünde Âşık Veysel’le yazışırlardı. Dünya klasiklerinden bir liste yazdırmıştı izi. Kitaplığımızda bulunması ve okumamız için. Anlatıldığına göre öğrencinin kulağını çekince gider ellerini yıkarmış. Edebiyatı, şiiri sevdiren isimlerdendi. Öğrencisi olmak şanstı. Gönen Öğretmen okulunda görev yapmış bizden önce. Eğirdir de yaşıyor. Isparta Gönen öğretmen okulu mezunlarının buluşma günlerine katılırmış. Allah sağlıklı uzun ömürler Özbek müdürümüze... *** Aydın İPEK Meslek dersleri hocamızdı. Klasik tahta sıralarda otururduk. Kızlar gündüzlü okurlardı bizde. Biri minderi vermek istemişti altına. Geri çevirmişti.-Affınıza sığınarak- “Benimki o kadar kıymetli değil” demiş, arkadaş bozulmuştu. Daha başka hususiyeti ile akıllarda kalmasını arzu ederdik. İnsandan kalacak şey eseri. Emekli sonrası dershaneciliğe başlamış. Broşür bırakmak için çalıştığım liseye de uğramıştı. Geçmişi yad etmiştik. *** Jale VURAL; Resim öğretmeni. Çalışmalarımızı bir klasörde toplayıp öylece kendisine takdim etmemizi istemişti. Yağlıboya bir bayan portresinin fotoğrafı geçmişti elime. Muhtemelen sinema oyuncusu. Klasörü onunla kaplamış öylece götürmüştüm kendisine. “Hayalindeki mi” diye sormuştu. O cümlesiyle aklımdadır o da. Başka cümlesi olsa onu hatırlardım. *** Bazıları ismi, bazıları soy ismiyle zihinlerde yer eder. Bazıları da her ikisiyle… Kimi anlatarak kimi yazdırarak ders anlatır. Cavit Bey edebiyat öğretmenimizdi. Her derste not tutturmasıyla hatırlarım onu da. Yazdırır, hep yazdırırdı. Hiçbiri aklımda kalmadı bugün. En doğrusu dinleyenin ihtiyaç duyduğu notu alması, dinletenin de gerektiği yerde gerektiği kadar not tutturması…. *** Mehmet Ali İLHAN; Müdür başyardımcımız ve Din bilgisi öğretmenimizdi. Konfiçyus’tan sık örnekler verdiği için olsa gerek Konfiçyus diye anardı onu öğrenci. Safahatın bu bölümünü; “Çalış çalış dedikçe din çalışmadın durdun Onun hesabına bir takım hurafeler uydurdun Sonunda bir de tevekkül sokuşturdun araya Zavallı dini çevirdin maskaraya “Ümmetim için öyle bir zaman gelecek dinin emirlerini yerine getirmek avuç içinde ateş tutmak kadar zor olacaktır” hadisini ilk ondan duymuştum. Basketbol dalında Kırşehir Lisesi ile birincilik müsabakamız vardı. Fark atmış birinci gelmiştik o maçta. Devre arası soyunma odasına inip “aferin Sırtıkara” demişti. O zaman soyadım buydu. Yine bir keresinde saat bulmuştum. Götürüp odasında teslim etmiştim. “Bırak oraya” demişti. Çıkıp gitmiştim. Kolumda saatim yoktu benim. Hiç de olmamıştı. Saat kıymetliydi o zaman. Herkeste de yoktu. Alacak gücü de yoktu. Memleketten gelen az miktar harçlığım da çalınmıştı. Bir teşekkür etmemişti. Bunu yapacak birisiydi hâlbuki. Basket maçındakinden daha çok hak etmiştim “aferini”. Sitemim o yüzden. Alacaklıyım hocadan o yüzden. İlahiyat okumada etkisi olmuştur. Karşılaşırsam hatırlatacağım. ***
Selahattin YALDIZ; Müzik öğretmenimizdi. İstiklal Marşına akordiyonu ile eşlik ederdi. Gürültü olmasın diye yatakhanenin alt katında bir derslik müzik için ayrılmıştı. Danışma nöbetçi tutuyordum. Sipariş verilen gitarlar parti parti geliyordu. Beş gitarı üst üste koymuş müzik odasına götürüyordum. Yatakhane ile okul arasında basketbol platformu vardı. Gözümün önünü göremeyince ayağım takılmış gitarlar etrafa saçılmıştı. Toplayıp teslim etmiştim kendisine. Ambalajlı olduklarından açıp da bakamadım. Zarar görmediler belli ki. O yıllardan kalma iki defterimden birisi müzik defteridir. Bildiğim marşların çoğu orada var. *** Abdullah UZ: Diğer bir müzik öğretmeni. Minyon, gözlüklü, narin, tipik müzik öğretmeni. işinin erbabı, dolu, bilgili. Kapalı spor salonunda Oktay Dalaysel İsimli Keman Virtüözü ile yine ünlü bir piyanist dinlettirmişti bize. Önemli isimlermiş o dönem. Hoca da öyleydi ki Gazi Eğitim Enstitüsü müzik bölümü öğretim üyesi oldu daha sonra. *** Seyit ALP: Bizim edebiyat hocamız. Güneydoğudan gelenler için ise akıl hocasıydı. O ideolojik yönü olmazsa öğretmenliğine diyecek yoktu. Tutturduğu defter hâlâ durur. Abdurrahim Karakoç’un “İsyanlı sükût”, Kağızmanlı Hıfzının “Sefil baykuş” şiiri, daha pek çok önemli not var orada. *** Ev ekonomisi öğretmenimiz. Dışarıdan girerdi dersimize. Adı yâdımda değil. Yarım top kumaş aldırmış kravat yaptırmıştı. Elimizle yaptığımızı boynumuza takmıştık. İki yakamız o sayede bir araya gelmişti Nasıl unutalım. *** Eraslan ÇAYIROĞLU; Müdür yardımcımızdı. Mezuniyet sonrası odasına uğradığımda masa camının altında öğretmenlerin toplu fotoğrafını görmüştüm. “Bende de olsaydı” bundan deyince çıkartıp vermişti. Öğretmen Okulu hatırası alarak durur albümde. İzmir İl Milli Eğitim müdür yardımcısı idi son olarak. *** Ahmet TABUR; Tarih hocamızdı. Dersin birinde sınıftan birisi çıkıp; “Yavuz, Fatih, yakmış yıkmış fethetmiş bunu başarı diye anlatıyorsunuz” demiş, ecdadı, tarihi aşağılamıştı. Bir karşılık görmemiş, onu diyen öğretmen olmuş milli eğitimin saflarına katılmıştı. Bugünkü bölücü örgütün önemli isimleri arasında yerini almışken iç hesaplaşmada infaz edilmişti. Geriye bakıldığında bugünlere nasıl gelindi? Gelinen noktada dünün payı ne, onu anlamak için bu sadece bir örnek. Atatürk;”Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacak” demişti. Geriye bakıp övünmekte mümkün, dövünmek de. *** Çetin KITAY; Diğer bir tarih öğretmeni. Milli bayramlarda, anma, kutlama günlerinde ateşli nutuklarıyla hatırlarız onu. Az unutkandı. İmza için aldığı kalemi cebine katardı. Bu yüzden başı dertteydi. Bir keresinde dışarıdan biri bizim sınıfa gelip geçen hafta aldığı kalemini istemişti. Hoca çantasını, ceplerini aramış bulamamıştı. “O gün hangi elbisemi giymiştim” diye sormuştu. Sınıftan Yılmaz; “siyah smokininizi Hocam” deyince “Smokini kim giyer ulan” diyerek yerinde kalkmıştı. Kendinden 20 cm uzun Yılmaza dirsek darbeleriyle vurmuştu. *** Felsefe öğretmenimizdi. Adı değil cümlesi aklımdadır onun; “O halde, daha ziyade, farklı ve ayrı, müşterek ortaklığını kastettiğimi belirtmek isterim” Bunu belirtmek istediğimi ifade edebilirim onun hakkında da… *** Halil ÜNLÜ. Coğrafya hocamız. Mübarek insan. Yüksek notlar alırdım ondan. “O halde” sözcüğünü kaç kez kullanacak çetelesini tutardık. 82 saymıştık dersin birinde. Erzurum Atatürk Üniversitene öğretim üyesi olmuştu daha sonra. Biz “o halde” hatırladık kendisini. O şimdi “ne halde” bilen yok. Mevla iki cihan saadeti versin. *** Süleyman ÜNÜVAR: En zor dersin en kıymetli öğretmeni. Matematikçimiz müdür yardımcımız. Nefes almaya çekinirdik. “Tayyip Yoğurt” diye arkadaşımız vardı. Ne kusur ettiyse kulak memesini tutup hayli ovmuş sonra da; “Yavrum Tayyip! Sana atacağım bu dayak, Arap topuzları gibi ensene isabet etsin. Medet ya Allah!” deyip üç şaplak indirmişti ense köküne.
*** “Bana harf öğretenin kölesiyim”. Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş. Bu vesileyle; Milli mücadele şehit ve gazilerinin lideri devletimizin kurucusu başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk”ü, Vatan ve hürriyet öğretmenimiz Namık Kemali, Türklük şuurumuzun ilk temelini atan M.E. Yurdakul’u, İman ve istiklal öğretmenimiz Mehmet Akif ERSOY’U, Milliyetimizin büyük muallimi Ziya Gökalp”ı, Gönderine bayrak çektikleri ıssız yurt köşelerinde sessiz sedasız mezarlarında yatan, Nihayet; “Rableri katında diri olduklarına, peygamberler safında saf tuttuklarına inandığımız” Böyle büyük bir talihe eriştikleri için kaderlerine imrendiğimiz, bölücü terörün hain kurşunlarıyla şehit düşen öğretmenlerimizi, adını anmadıklarımızı, Hepsini, saygıyla, minnetle anıyoruz. Osman ERENALP Ankara 24 Kasım 2014 Bu haber 3422 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |