NEREDEN BAŞLAMALI?
M. E. Bakanımız karne günü, sınıfın birinde, öğrenci arasında, yarıyıl değerlendirmesi yapıyor. Sunucu bir ara sınıfın duvarında sıralı duran “Değerler Eğitimi” başlıklarını gösteriyor;
“Sevgi”, “saygı”, “sorumluluk”, “adalet”, “yardımseverlik”, “doğruluk”, “dürüstlük”, “güven”, “öz güven”, “hoşgörü”, “alçak gönüllülük”, “empati”, “kanaatkarlık”, “çalışkanlık”, sabır”...
Kopyada yakaladığı için hocasını öldüren Hukuk Fakültesi öğrencisine getiriyor sözü.
“Herkesin din dersi notu beş, bunca hırsız nereden çıkıyor” sorusu gibi...
Bakan dâhil, herkes de biliyor ki bu gibi değer maddelerini alt alta, yan yana yazmak, sergilemekle olmuyor. Öyle olsa en ışıltılısından hazırlar koyardık ortaya. Tespihe, anahtarlığa, cüzdana, çantaya işler, ilan panosuna, belediye otobüsünde teşhir eder, çözerdik meseleyi. Öyle olmuyor işte. Eğitim alanında değil sadece, dini, siyasi, ekonomik her sahada var o yanılgı.
Çok duyarız;
“Ne yapabilirdim daha”, “Astım duvara”, “Söyledim kaç kere”, “İmzaya çıkardım” vs.
Suçu karşıya yıkıp, kenara çekilmek…
Ondan kolayı ve ondan da yanlışı yok.
Güzel bir sözümüz vardır bizim:
“Dedi başka, yaptı başka”
Hep dedik, yine de diyelim; “Güzel hiçbir söz, bir güzel işin yerini tutmaz”. Yapıp göstermek lazım. Öyle bir sorumluluğu var onu diyenin. Kişi görecek ki yapsın. Görmeyen neyi yapsın? Aile okuyorsa çocuk da okuyor. Belli mesleklerin belli ailelerde, belli illerde yoğunlaştıklarını görürüz. Tekelinde bile denilebilir. Nedeni? Onu görmüş onu yapmaktadır. Çoğu işler görenekle olmaktadır bizde.
***
Bir ara okullarımızın her katına birer isim vermek moda olmuştu.
“Demokrasi Katı”, “Cumhuriyet Katı”, “Sevgi Katı”, “Özgürlük Katı, Barış Katı” vs.
“Ön teker nereden giderse, arka onun ardından”. Baştaki yapar da alttaki kalır mı altta?
Adlandırdık kartlarımızı diyelim, katlanmış, kanatlanmış mı oldu vermeye çalıştığımız bilinç? Değil tabi.
***
Türk büyüklerinin resimlerini okulun duvarlarına asmak modaydı bir ara.
Dururlar koridorlarda o tablolar halen, ağarmış, renkleri solmuş vaziyette.
Tanıtmış mı olduk tarihi, ecdadı onunla?
***
Trafik işaret ve levhalarını ele alalım.
Sesli, ışıklı, görsel, her çeşidi karşımıza çıkmakta her yerde.
Yetiyor mu trafik problemini çözmeye?
***
Soruyoruz Atatürk'ün ilke ve inkılâplarını tanıtmak, sevdirmek adına, sınıyoruz değişik vesilelerle; “Cumhuriyetçilik”, “Milliyetçilik”, “Halkçılık”, “Devletçilik”, “Laiklik”, “İnkılâpçılık”. Eksiksiz ezberine alanlar da çıkıyor karşımıza.
Yetiyor mu bu onu tanımaya, anlamaya? Nice Abide şahsiyetler var daha bunun gibi…
***
Ezberlettiriyoruz 32 farzı, dinimizi öğretmek, benimsetmek adına;
“İmanın şartı 6”. “İslam'ın şartı 5”, “Namazın şartı 12”, “Abdestin 4”, “Guslün 3”, “Teyemmümün 2”… Doğrulamasını yapıyoruz etti 32.
***
“Andımız” da öyle. Memuriyete, vekilliğe başlarken ettirilen “yemin” de öyle... Bütün bunlar şekil kısmı işin, göstermelik… Dönüştürülmediği müddetçe davranışa, Yunus'un -o mübarek insanın- dediğine varıyor sonuç itibariyle;
“Çün okudun bilmezsin/Ha bir kuru emektir”
***
Öğretmen gerekiyor bunun için önce ve her şeyden önce. “Yazdığına uyan, dediğini duyan…” Kimdir ona en güzel örnek diye soracak olsak? Tabi ki de Hz Peygamber.
Sahabe sorar Hz Ayşe’ye; “Hz Peygamberin hayatı nasıldı?” diye.
“Siz Kuran okumaz mısınız hiç? Yaşayan Kuran idi onun hayatı” cevabını verir.
Onun için örneklerin en güzeli olarak gösterdik onu. Tanrı mesleği öğretmenleri için de öyle…
***
Diyor ki Doğan CÜCELOĞLU;
“Eğitimin kalitesi hiçbir zaman öğretmenin kalitesini aşamaz. Okullar, öğretmenleri kadardır, ne bir eksik, ne bir fazla”. Oradan başlamak gerekir işe… En önce ve her şeyden önce...
Başarılı bir ikinci yarıyıl dileği ile öğrenenlerimize ve öğretenlerimize…
Osman ERENALP
Ankara-Şubat/ 2019
Bu haber 113 defa okunmuştur.