“REŞAT ALTINI” DEĞERİNDE…
İçim burkulur her “16 Mart” geldiğinde.
Kırsal kesimin, seçilmiş, fakir aile çocuklarıydık.
İçinde pijama, terlik, havlu, diş fırçası, bir iki parça çamaşır, bavulla çıkıp gelmiştik Kırşehir’e.
Diyarbakır, Siirt, Batman, Adıyaman, Muş, Mardin, Muş, Elazığ…
Güneydoğudandık hep de...
Doldurmuştuk sınıfları, kaynaşmıştık öncekilerle…
Kırşehir, Nevşehir, Kayseri, Niğde vb... yerlerden bizim gibi Anadolu çocuklarıydılar onlar da.
Elbise, ayakkabı dağıtılmıştı.
Ölçü vermiştik palto için provaya giderdik sırayla.
İkinci yılda kısalmıştı kolları paltonun, ceketin.
Onlar yerindeydi de, biz uzamıştık aslında.
Arkadaş gibiydiler öğretmenlerimiz seçme ve alanının iyileriydiler hep de.
Flüt, mandolin, gitar bağlama ile orada tanışmıştık.
İlk günden öğretmen olacağımızı biliyorduk, onun ağrılığı ve sorumluluğu vardı üzerimizde.
Kapalı salonunuz vardı.
Biz kazanırdık müsabakaları.
Biz toplardık kupaları.
En disiplinli, en güzel törenleri biz yapardık.
Divitimiz, okkamız, kamıştan kalemimiz olurdu.
Fiş nasıl yazılır onu öğrenirdik.
Lazım olacak gittiğiniz yerde derlerdi.
Kalem kutumuzu, albümümüzü kendimiz yapıyorduk.
İş atölyelerimiz, müzik odamız, laboratuvarlarımız vardı.
Marşlar öğreniyorduk müzik dersinde.
“Vatan”, “bayrak” “Cumhuriyet” üstüne.
Onlar eşliğinde yürüyor, alkış alıyorduk kaldırımlardan.
Zengin kütüphanemiz vardı.
Türk ve Dünya klasikleri yığılı dururdu raflarda alır okurduk.
Kaydı tutuluyordu kitap alanların.
Bayrak töreninde kitap hediye ediliyordu haftanın en çok okuyanına
."En güzel yatak düzeltene" de öyle.
Kitapla ödüllendiriliyordu o da.
Etütlerimiz oluyordu sabah akşam.
Mektuplar o saatlerde dağıtılırdı.
Mektup gözlerdik gözümüz kapıda, günün nöbetçi öğrencisinde.
Cevap yazardık gelen mektuplara.
Ders çalışır, kitap okur, günlük tutardık o saatlerde.
Yatakhaneye geçiyorduk o bitince.
Ayakkabı boyacısı, fotoğrafçı dolaşırdı koridorlarda.
Kol faaliyeti kapsamında, ihaleye girip işi alanlar olurdu onlar da.
Işıklar söndürülüyor uykuya geçiyorduk sonrasında.
Altlı üstlü dokuz sekiz ranza on sekiz kişi uyku çekerdik birlikte.
Orkestra ile uyandırılırdık sabahları.
“Bağlama”, “cümbüş”, “darbuka”, “flüt”, solist eşliğinde…
Yerli milli hepsi de bizden.
***
“Uykuda mısın sevgili yârim, uyan uyan.
Aç pencereni, göreyim yüzünü uyan uyan.
Horozlar ötmeden, gün ışımadan,
Aç pencereni göreyim yüzüne uyan uyan.”
***
Sabah oldu uyan yar, bağrıma taş koyan yar.
Uyma dedim ellere, el sözüne uyan yar
***
Atardık battaniyeyi, nevresimi üstümüzden.
Giyerdik terliği alırdık diş fırçamızı, macunumuzu, havlumuzu geçerdik lavaboya girerdik sıraya.
Giyinir yemekhaneye inerdik sonra.
On kişi toplanırdık bize ayrılan masada.
Günde üç kez yapardık bunu, önümüze gelirdi üç öğünümüz.
Düşünmezdik yemeği.
Notlarımızı yüksek tutmaya bakardık sadece.
Karnemizi hediye götürürdük ailemize.
Uzun tren yolculukları bizi beklerdi dönem sonu, başı.
Yerköy’e, Kayseri’ye gider trene binerdik.
O günden dostluğumuz vardır işte Kurtalan Ekspresiyle.
Yol etmiştik Kırşehir Ergani arasını dört yıl.
Göz açıp kapayana kadar geçmiştik “o güzelim yılları”
Diplomalarımız verilmişti elimize.
Göreve başlatılmıştık bekletilmeden.
Dudaklarımızda o türkü.
Hangi okulundan mezun olsak da;
“Başka bir aşk istemez,
Aşkınla çarpan kalbimiz
Ey vatan gözyaşlarım dinsin.
Yetiştik çünkü biz”
Öyle bir “Öğretmen Okulu” kuşağıydık işte.
Kuruluş günleri kutlu olsun.
“16 Mart 1848” den bugüne, dünyasını değiştirenlere bin rahmet olsun.
Nerede yaşıyorlarsa yaşasın, nereden mezun olurlarsa olsun.
Ömürleri uzun olsun, çok yaşasın, sağlıklı yaşasın.
Hepsine selam olsun.
Ankara 16 Mart 2025
Osman ERENALP
Bu haber 60 defa okunmuştur.