anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 98  
»Bugün 330  
»Toplam 14379119  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 18.117.254.177
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

ÇALDIRAN ZEHRİ

Osman ERENALP

29 Haziran 2013, 20:49

Osman ERENALP

                                                 ÇALDIRAN ZEHRİ

Sanma şahım /herkesi sen / sâdıkane / yar olur

Herkesi sen/dost mu sandın/belki ol/ağyar olur

Sâdıkane / belki ol / âlemde bir / dildâr olur

Yâr olur / ağyâr olur / dildâr olur / serdar olur

                                                                                                “SELİMİ”

***

Şimdi Yavuz zamanı!

Celallenmeye, Çaldıran’a, Kosova’ya, Mısır’a sefere davet değil bu bir.

 Boğaz’da üçüncü köprü önünde “durup” Yavuz Sultan Selim adına destek çıkmak için de değil.

Çaldıran’ı kullanıp ikinci Kerbela yapmak isteyenlere bir cevap için.

Tarihimizden  “seçilmiş bir travma”  üzerinden bu milleti ebedi ayrıştırmak isteyenlerin bizi bir, iri, diri, tutmamak isteyenlerin hesaplarını bozmak için. Bir fitneyi aydınlatmak,  milletin vicdanında hak ettiği yere oturtmak için. Uyandırmak değil uyutmak,  daha da uyandırmamak için.  Aslı yok paneline bir davet bizimkisi. Ama olmalı diye düşündüğümüz bir panele bir çağrı bu.

 

          

Asırlardır işlenir. “Yavuz Alevi kasabıydı. Yavuz Kızılbaş kıyımında bulundu” diye. Alevi, Kızılbaş dedikleri Türkmen değillerdi sanki.  Ne rakamların doğruluğu belli, ne mezhep saikıyla böyle bir kıyımın işlendiği. Durup durup kaşınır. Boğaza üçüncü köprü üzerinden hortlatıldı bu kez.

Büyüklerimizin “mesaj alınmıştır. Bundan sonraki büyük bir projeye Pir Sultan ya
da Hacı Bektaş adı verilebilir" demeleri işi çözmez. “Pansuman tedbir” olur.  “Bir sizden, bir bizden” mantığı ile ayrımı meşrulaştırmak olur onun adı. Onun için diyoruz ki cerrahi müdahale şart. “Yiğit düştüğü yerden kalkar. İcabında uluslararası bir sempozyumla meseleyi masaya yatırmak gerek.Tüm yönleriyle.Kaç gün sürerse.  İran’dan, Turandan kim varsa tarihçileri, iktisatçıları, ilahiyatçıları toplayarak ışık tutmak zamanı tarihimizin bu tartışmalı sayfasına.

 Âşık Veysel’in yüreğinde bu dert hayata öyle  veda ettiğini şu dizelerinde görüyoruz;

“Yezit nedir, ne Kızılbaş?

Değil miyiz hep bir kardaş?

Bizi yakar bizim ateş.


Söndürmektir tek çaresi”

30 Nisan 2006 da Burdur’daki konferansında Turan YAZGAN Hoca şunları söylüyor:

 “Onun için, Fatih Sultan Mehmet Han çok iyi bilir ki Uzun Hasan kendisinden daha Türk tür. Çünkü divanı Türkçedir onun. Kardeşi olduğunu bilir. Ama yolu kestiği anda gidip onun kafasını keser. Kesmeye mecburdur. Babası olsaydı aynı şeyi yapardı.

Aynı şey Yavuz döneminde, Kanuni döneminde ve IV. Murat döneminde hemen 17. asra kadar bütün padişahlarımız döneminde “Doğu Türk Devleti” ile “Batı Türk Devleti” arasında rekabet sebebiyle başımıza gelmiştir. Ve bu yüzden tarihimiz de bu kardeş savaşlarına sahne olmuştur.

Bu savaşlar, bizim tarihlerin yazdığı gibi, asla ve kesin olarak mezhep savaşı değildir. Bir kere Türkler hiçbir zaman, tarihlerinin hiçbir döneminde din savaşı yapmamıştır.

Batıya giderken de İslamiyet’i götürmek için gitmemiştir. Batıyı gittikçe tampon bölge kullanmak ve onlardan haraç alarak devletin gelirlerini artırmak için gitmişlerdir. Ama gittiği yerlerde İslamiyet’i kabul edenlere hiç dokunmamış, onlara her türlü imtiyazı vermiştir. Vergileri muaf tutmuş, pek çok imtiyazlar tabii ki vermiştir. Yoksa cebri olarak,  İslam yapmak üzere savaş yaptığımız vaki değildir.

Onun için mezhep savaşı hiçbir şekilde yapılmamıştır.

Yavuz Sultan Selim Han yüz binlerce Türkü kesmiştir. Doğrudur.

Ama bu mezhebinden dolayı değil. Bu İran’daki Türk Devletinin ajanlığını yaptıkları için. Ve İran’da, kesilen yolun uzun süre kapalı kalmasına yardımcı oldukları içindir. Yoksa asla mezheplerinden dolayı değil. O yolu açmak zorundaydı Türk Devleti. Açmak zorundadır. Açmaya mecburdur. Ve daima da açmıştır. Daima açık tutmayı başarmıştır”

***

Ama mesele bu şekilde anlatılmaz bizde nedense? Tut ki anlatılamadı. Şu veya bu nedenden dolayı. Böyle devam etsin mi, bu yarılma,  bu darılma ömür billâh?”

Tarihimiz hep zaferle dolu değil. Yenilgiler, yanlışlar ibret alınacak sayfalar da var.  

Şunu diyor İstiklal şairimiz?

Geçmişten insan hisse kaparmış ne masal şey

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.

 Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?

            Beş asırlık kemikleşmiş ön yargıyı iki oturumda dimağlardan söküp atmak mümkün olmayabilir. Sağlam kaynak, sağlam bilgiyle tartışılmalı, dökülmeli eteklerdeki taşlar. Ne kadar zaman icap ederse o kadar.   Bir masa etrafına oturmalı, konuşmalı sözü olan. “Saz”ını alıp da gelsin dileyen. Şah Hatâi, Pir Sultan dilinden döksün içini.   

Unutmayalım bizde henüz biri yokken Batıda elli kitap birden yayınlandı Alevi Bektaşilik üzerine. Çok sevdikleri için değil elbet. Fitnenin fitilini ateşleyebilir miyiz? Onun için. Oyuna getiremediler ama Alevi-Kızılbaş dediğimiz vatandaşımızı. Onlar devletin sahibi ve onun yanında olduğunu gösterdiler gösterdikleri duruşla.

Tarihçiliğimizin yüz akı Yusuf HALACOĞLU  “Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 Türk devletini temsil eden yıldız sayısına Safevi Devletini de ilave etmek, sayıyı 17’ye çıkartmak gerektiğini” söylüyor.  Aklıselimin dikkatleri konuya bu kadar yoğunlaşmışken diyoruz ki.

Kriz eşittir fırsat.

 “Şimdi Yavuz zamanı”.

 İsme itiraz varsa “Şah İsmail-Şah Hatai zamanı” oluversin. Bu necip milletin ayrılık sembolleri gibi anılmasınlar bu iki büyük kumandan. Gönüllerdeki yerleri hiç de öyle değil çünkü.

Kaderin cilvesi onları Çaldıran Ovasında karşı karşıya getirmiş olabilir (1514).

Fatih’le Uzun Hasan’ı Otlukbeli’nde karşı karşıya getirdiği gibi (1473).

Timur’la Yıldırım’ı Çubuk Ovasında karşı karşıya getirdiği gibi (1402).

Geçen yıl Başkentte  “Ankara Savaşı” paneli yapıldı. Birçok bilinmeyen yöne açığa çıkartıldı.  Bu yıl da “Çaldıran Paneli” olsun mesela. Engel mi var buna? İster İstanbul’da Boğaz’da yapılsın, isterse Van’da, Çaldıran’da. “Akdamar Kilisesinin” onarımı için ayrılan mali kaynağın zekâtıyla bile bu iş hal olabilir. Haddimiz olmayarak davetiyenin önyüzüne de Veysel’in şu dizeleri konsun. Yakışır.

***

 Muhabbeti canda haslardan hastır

 Avutur Veysel’i şen bir piyestir

 Türk adı dedemden bana mirastır

 Daha bundan başka adı neyleyim?

Görülsün hangi kök üzerinde yeşerdiğimiz.

 

Köprüler iki yakadakileri buluşturmak içindir. Ayrıştırmak için değil. Bu milletin iki yakası bir araya gelmesin diyenlere ders olsun öyle ki. Dosta güven düşmana korku salmak için.  Mutlak olmalı ama böyle bir bilimsel toplantı.

 “Baldıran zehri” değil,   “Çaldıran zehri” içmeye davettir bu bir.

Üniversite sayımızın yüz altmış sayısına ulaştığıyla övünmüyor muyuz?  Birisi üslenebilir pekâlâ. Sendikalarımız, “dert benim” diyebilen sivil askeri kurumumuz,  kuruluşumuz ya da.

Dünün Safevi Devletinin hüküm sürdüğü topraklarda bugün yaşayan kardeşlerimizin kullandıkları bir değim;

 “Kin üreyin en pis hasletidir”.

Anadolu’daki karşılığı şudur bunun: “Kanı kanla yıkamazlar…”

Alevi Bektaşi kültürünün ağır toplarından Yavuz TOP “Atatürk’ün kurduğu zeminde geçmişe dair çok şeyi unuturuz” diyor. Her zaman bu kadarını bir arada bulmak mümkün olmayabilir. O yüzden heba olmamalı bu kadar iyi niyet. Tarihin tanıklığında, ortaya konacak sonuç bildirisinu görelim. Varsa bu maksatlı bir kıyım bilelim. Hakkın yanında yer alalım hep birlikte.

“Küpe” olsun kulağımıza Yavuz’unki gibi. Ne yanlış yapmışsak bir daha tekrar etmeyelim. Onlardan ders çıkartalım.

***

Aynı milletin iki alpereni,

Harp meydanlarının iki cengâveri,

 “Şah Hatai” ve    “Selimi” mahlaslı Türk edebiyatının bu iki devinden birer dörtlükle bahsi noktalayalım. Çaldıran Ovasında yiten canları ve kumandanlarını rahmetle anarak.

 Şah Hatayım ölmeyince,

Tenim turap olmayınca

Dost dosttan ayrılmayınca,

Dost kadrini bilmez imiş

***

“Merdüm-i dideme bilmem ne füsûn etti felek?

Giryemi kıldı hûn,  eşkimi füzûn etti felek.

Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân

Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek” 

Osman ERENALP

Ankara Haziran 2013

Bu haber 2224 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    CAMİYE DE ÖĞRETMEN20 Aral?k 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir