| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
MÜBTEDA - HABER07 Haziran 2014, 12:11 MÜBTEDA-HABER (*) Yunus EMRE *** Hüseyin Tekin GÖKMENOĞLU, Yunus APAYDIN. Kurtuluş semtinde giriş kat bir evde kalıyorlardı. İki sınıf alttaydılar bizden. Evlerine misafir olana kadar tanımazdım onları. Ankara İlahiyat Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisiydim. Aynı zamanda sınıf öğretmeniydim. Görev yerim Altındağ Ovacık Köyü ilkokulu idi. Derslere devam edecek zamanım olmuyordu. Belediye otobüsüyle Beşevler’den Yıldırım Beyazıt’a, oradan Esertepe’ye iki vasıtayla, oradan köye kadar yaya yürürdüm. Hızlı adımla yarım saat, normal yürümeyle kırk dakika sonra okula varırdım. Çoğu zaman ders başlamış olurdu vardığımda. Öğlen yemeği için ilk teneffüsü beklerdim. Gidiş dönüş beş saatlik yol demekti bu. Arapça ve Tefsirden borçlu geçmiştim. Borcun ödeme zamanı gelmişti. Yardım edecek birileri gerekliydi. Hüseyin’le Yunus’un doğru adres olduğunu demişti dönemin öğrenci temsilcimiz Muhammed. O sözü almış. Üç gün kampa alınmıştım bu iki güzel insanın evlerine. Ben Diyarbakır Çüngüş, Yunus Sivas Kangal, Hüseyin Kastamonu Araç’tan. Her birimiz ayrı diyardan. Bizde “Olacak oğlak kös kapısından bellidir” denir. Tenzih ederim. Gelecek vadeden anlamında kullanılır. Tarım ve hayvancılığa dayalı millet olduğumuzdan bu çeşit benzetmelerimiz çoktur bizim. Onlar birer Anadolu idiler. Haklarında ne desem noksan kalır. Öğrencilikleri farklıydı. Bugünün fikir ve düşünce hayatına, ilim bilim dünyasına hazırlıyorlardı kendilerini. Karşılığını da gördüler. İlk derse Hüseyin’le başlamıştık. “Bizim oğlan bina okur. Döner döner yine okur”. En baştan başlamıştık; “Abi şu mübteda, bu da haber…” Demiştim ki; “İyi de, mübteda ne, haber ne önce onu de” Kişinin lafı kendinden yayılırmış. Arkadaşlara da anlatmıştım. Unutmamış, hatırlattı İzzet PEKTAŞ cenazede. Üç gün misafirlik işe yaramış, o borçtan kurtarmışlardı beni. Bir şey daha olmuştu ikinci günün sonunda. Perde arkasında depo gibi, kiler gibi kullanılan bölüm vardı. Bir bağlamaya rastlamıştım. İlk gün görememiştim. Göstermemişlerdi ya da. Ola ki “saz ve ilahiyat” ikisi bir arada yanlış anlaşılır diyerek. Hüseyin Öğretmen Lisesi mezunuydu. Ben beş yıllık öğretmendim. Ezberimde beş yüze yakın türkü vardı. Notasız çalıp okuyabiliyordum.
Perde aralanmış sır ortaya çıkmıştı. Ustası kim? deyince Yunus Hüseyin’i işaret etmişti. Memleket Kastamonu olunca sepetçi oğlu havası çalmasını istemiştim. Sonra bana uzatmıştı. Onların Arapçası benim sazım iyiydi. “Arapça da saz kadar kolay olsa” keşke demiştim. Onu andık Yunus’la. Otuzdört yıl geçmiş aradan. Üçümüz bir arada anmak muradı vardı halbuki ama olmadı. “Murat yalan ölüm gerçek” Defin merasimindeki konuşmalar etkileyici idi. “Ölen insan mıdır, ondan kalacak eseri.” O eseri görebildik o meydanda. Hüseyin’e yakışan, beklenen eserdi. İftihar ettik bir daha. Kardeşleri, aile efradı oradaydılar. Naaş eller üzerinde yürürken annenin tabuta dokunma isteği duyuldu. Bir müddet bekletildi onun için. Dönem mezunlarından birçoğu oradaydı. Milletvekili, öğretim üyesi, Milli Eğitimden, Diyanetten değişik görevlerdeki arkadaşlar. Gözler Yunus’un üzerindeydi.Yunus APAYDIN: O da Kayseri İlahiyat Fakültesinin İslam Hukuku Profesörü. En kötü durumda olanımız oydu. Uzun müddet konuşturamadık. Bir evi paylaşmışlardı bir tahsil yolculuğunda. Ben üç gününe tanık olmuştum o paylaşımın. Hüseyin Ankara Hukuku da bitirmişti Ankara İlahiyatın ardından. Teftişlerde, değişik okullarda karşılaştığım öğretmenlere Erciyes İlahiyat Fakültesi çıkışlıysa Yunus’u, Selçuk İlahiyat mezunu ise Hüseyin’i sorarım hep. Hep de benzer cevapları alırım, gururlanırım. Yunus’ların Hüseyin’lerin çoğalmasını dilerim içimden. Yunus’un öğrencileri (Birinci ismiyle hitap ediyorum. Öğrencilikteki gibi. Beni bağışlasın) “Bakalım İmam Şafii bu hususta nasıl düşünüyormuş” der. Kaynağı açar. Okur. İmam Şafii de öyle düşünüyormuş dediğini anlatırlar hep. Görülüyor ki öğrenme aşkını öğrencilikteki o disiplini hiç atmamış üzerinden. Çok şey bekliyorduk kendilerinden. Hüseyin yalnız bıraktı Yunus’u. Öğretmen okulu altyapısı üstüne Ankara İlahiyat pek yakışmıştı Hüseyin’e. Dönem mezunları yurt sathına dağılmış durumdalar. Üniversitelerde liselerde değişik kurumlarda o ideali yaşatmaktalar. Adet üzere bir “kuşak” bağlamak gerekse, Ankara İlahiyat Fakültesi 1980 kuşağı diyorum ben onlara. O kuşak öyle bir kuşaktı. Cenazeden cenaze görüşmeyi hiç de hak etmiyorlar. Düğünü var, bayramı var, tatili var bunun… Görüşmenin en kötüsü cenazede olanı olsa gerek. “Ehl-i dil birbirin bilmemek insaf değil” Sevgili Hüseyin Tekin GÖKMENOĞLU kardeşim!
Haberi aldığımda saat gecenin 11 idi. Otobüs durağındaydım. Dilime bir ağıt düştü o an. Nedeni nedir bilmem. “Şehit düşmüş şah-ı merdan, Ah Hüseyin şah Hüseyin…” Onu tekrarlar dururum bu satırları yazarken de. Söyletene bak. Yaradan, sevdiğini yanına erken alırmış. Hz. Hüseyin’e komşu olursun inşallah. Sosyal medyayı sık kullanan değilim. “İşte gidiyorum çeşm-i siyahım” türküsünü paylaşmışsın. Kastamonu günleri olmuştu Ankara’da bu yıl. Yöre türküleri okumuşlardı sanatçılar. Seni anmıştım. Mülakatını okudum. Diyorsun ki; Müzik, kültürümüzü, mesajları gelecek nesillere aktarmada önemli vasıtadır. Aynı duyguları insanlara aynı anda yaşatabilmektedir. İyi değerlendirilmesi gerekir. Bunun milli manevi bütünlüğe hizmet edecek önemli bir unsur olarak kullanılması gerekir.“Müzik insanı fıtrata irca ettiriyor” Evdeki bıçak gibidir, hayra da şerre de kullanılabilir. “İnsan ruhunu eğitmek ve duygularını geliştirmek için kullanıldığı takdirde şera’n, dinen hiçbir mahsuru yoktur. Mehter müziği savaş meydanlarında askerin kahramanlık duygularını en yüksek seviyeye ulaştırır. Bazı parçaları dinlediğimde ruhen, İslamî duygu ve yaşantı bakımından kendimi çok terbiye edilmiş görürüm. İnsani ve kültürel değerler yalın ve doğrudan bir tarzda aktarılmaya çalışıldığında fazla etkisi olmaz. Müzik sanat yönüyle de, insani değerleri, kültürel değerleri mesaj olarak verebilmek için en uygun vasıtalardandır. Bağlamayı severek çalıyorum. Fakültedeki diğer branşlardan hocalar dinliyor istekte bulunuyorlar. 30 yıldır eğitim hayatının içindeyim. Her öğrencinin bir enstrüman çalması gerekir. İlahiyat Fakültesi’ne başlayınca bağlama çalmayı bıraktım. 6-7 yıl öncesi o aşk yeniden alevlendi. 7-8 bağlamam var. Sadece bağlama değil, ud, keman, kaval kanun gibi her türlü Türk müziği çalgısına sevgim, merakım sempatim vardır” *** Bunlar bir İlahiyat Hocasının ağzından çok değerli sözler. Türküler üstüne yazdıklarımın arasına aldım. Vasiyetin olarak paylaşacağım ömrüm oldukça. Sosyal paylaşım sayfanda “Kırklar Dağının düzü” türküsünü çalıp okumuşsun son olarak. Bir hoş seda kalacak bu âlemde. Tevafuk olmuş. Bilirsin bir Diyarbakır türküsü o.”Ağlama sen garip anam. Elbet Mevla’m kerimdir” diye biter. Birlikte okumak dilerdim otuz dört yıl öncesinin anısına. Takdir böyle imiş. Bu da Konya’nın kaderi olmalı. Selçuk Üniversitesinden Erol GÜNGÖR hocamızı da (merhum) böyle kaybetmiştik. Çok şey beklediğimiz bir zamanda, en verimli çağında… Gönüllere açtığın sayfan açık kalacak hep. Ben “mübteda haberdeyim” hâlâ. Takdir-i İlahi senden gelen habere bak…! Ömür üç günlükmüş... Beni misafir ettiğiniz üç gün kadar. Şair diliyle; “Durmadan ömür öğütmektedir bu çark. Ölüm sırayladır sıralanmada varsa fark” Doğduğumuz günden girmişiz o sıraya. Sıra iki önde ya da iki arkada olmuş ne fark eder. Nur içinde yat. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. *** (*)5 Haziran 2014 günü kaybettiğimiz Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü ve İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku profesörü Hüseyin Tekin GÖKMENOĞLU anısına. Osman ERENALP Ankara Haziran 2014 Bu haber 3668 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |