| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
BİR OKUL BİR EKOL23 Ekim 2016, 12:00 BİR OKUL BİR EKOL “Hiçbir güzel söz, bir güzel işin yerini tutmuyor”. Ankara İlahiyat Fakültesi böyle bir güzelliğe ev sahipliği yaptı, “8 Ekim” günü. Kırk yıl evvel bu okula kayıt yaptıranlar, aynı heyecanını yeniden yaşadılar. Yaka kartları hazırlanmıştı kolay tanınmaları için. Yıllar yüzlerde çok şeyi değiştirmiş. Yıllara meydan okuyanlar da var bunun yanında... Zaman çok şeyin ilacı. 1980 öncesi atmosferinde selamlaşmayanlar, o psikolojiden sıyrılmışlar. Öz eleştiriler yapılıyor. Geçmişle yüzleşiliyor. Helallikler dileniyor bunca yıl aradan sonra. Kırk yıl önceki adıyla çağrılıyorlar orada. Yoklama listesindeki gibi… Kim hangi dünyevi unvana, makama sahip olmuş onun önemi yok. Kürsüde anlattığı kadar öğreniliyor kimin ne yaptığı. Sinema klasiği “Hababam Sınıfının” müziği yapılmış onun eşliğinde perdeye yansıtılıyor, siyah beyaz vesikalıklar. “Zamanla nasıl da değişiyor insan Hangi resmime baksam ben değilim” Sabahın 9,30’unda bahçede çoğunluk sağlanıyor, oradan kantine geçiliyor. Çay, börek faslından sonra, bir başka fasıla geçiliyor. “Küp içindekini sızdırır”. Kimin içinden hangisi geçtiyse o marşı okuyor. Bir kısım hançeresini yırtarcasına eşlik ediyor, bir kısım zevkle dinliyor. Marş bitiyor, sıralarını en çok eskittiğimiz büyük amfiye “marş marş”. Önemli eksikleri var tabi dersliklerin. Onları arıyor gözler… Fakülte sekreteri Fevzi BAYRAKTAR’dan, Hikmet TANYU, Esat COŞAN, Mehmet TAPLAMACIOĞLU, Cavit SUNAR, Günay TÜMER, Mehmet AYDIN, Beyhan-Haluk KARAMAĞARALILAR, Talat KOÇYİĞİT, Cemal SOFUOĞLU, Ruhi KALENDER, Ahmet UĞUR, İbrahim Agâh ÇUBUKÇU, Perişan Salih, Esat KILIÇER... Hayatta olmalarından dolayı mutlu olduklarımız da var. Hüseyin ATAY, Ethem Ruhi FIĞLALI, Mehmet Sait HATİPOĞLU, Süleyman Hayri BOLAY, İsmail CERRAHOĞLU, Muhsin BALAKBABALAR... Adını anamadıklarımız haklarını helal etsinler. “Osman hazırla çantayı/ Sabırla bekle postayı, Dersi bitirip tahtayı/ Silenler gidiyor işte…” Âdem KARAPINAR kardeşimiz de perdeye yansıtılan karede gülen yüzüyle karşımızda. Hollandalı iki futbolcunun adını en doğru o telaffuz ederdi. “Van der Kerkof kardeşler…” Yüksek öğretmen Okulunun Tandoğan’a geçişi kolaylaştıran Fen Fakültesinin bahçesine açılan kapısı kapatılınca; “Günde üç kez bedduam var onlar için”. “Sabah-öğlen akşam… Unutmazsam bir de yatmadan evvel… demişti. Sahabe hayatı nasıl oluyormuş onu tatmak için Eskişehir’den Ankara’ya yaya yürümüştü bir kez. Soğan ekmek yiyerek... İzne geldiğinde yedek subay elbisesiyle görmüştüm onu en son. Tekrar mülaki oluruz bezm-i ezelde… Evvel giden ihvâna selâm olsun erenler" *** Evvel gidenlerden yazmış iken, “40 Yıllık Dostlar” gurubunda bir arkadaşın vefat haberi üzerine cüz paylaşımları yapılıyor. Hatim tamamlanıyor. Buluşma saatinde iki emekli müftümüzün biri okuyor, diğeri bağışlıyor. Fatihalar gönderiliyor diğer gidenlerle birlikte arkalarından. Türk filmlerinde olan oluyor. Az sonra arkadaş çıkıp geliyor. “Ömrümü uzatmışsınız” diyor… Yeri gelmiş iken; Şu Nasrettin Hocamız da olmazsa, ne olurduk acaba? *** Hoca bir gün komşularına sormuş; Ölürsem üzülürsünüz değil mi komşular? Elbette… Ağıtlar da yakarsınız değil mi? Ne demek…? Ziyafetler de verirsiniz herhalde? Vermez miyiz hiç? Diyorum ki; Şunu ölmeden yapsanız da ben de görsem… Ona benzedi bizimkisi. Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.. Zaman eriyor. Öğlen sonu dersliğin kapısı açılıyor, elinde çiçeği ile Beyza BİLGİN içeri giriyor hocaları temsilen. Hocaların Hocası, Din Eğitimi Kürsü Başkanı… Sınıf onu ayakta, alkışlarla karşılıyor. Bir müddet aramıza oturuyor, konuşmaları dinliyor. Kürsüye alıyoruz sonrasında. Dersimizi alıyoruz sonra da, kırk yıl aradan sonra, kırk yıla bedel... … Kırk yılın hatırasının, hatırının, üç dakikaya sığmayacağı belli. Verilen süre o. “Bize burada -Kuran İslam’ı- öğretildi”. vurgusu yapılıyor en çok. O zenginliğe sahip olanlar, son cümlelerini torunlara ayırıyorlar genelde. Onunla noktalanıyor konuşmalar. Sınıfın en mazbut, en çalışkan öğrencisi kürsüye geliyor. “Hocanın emekli olmaz. Rahmetlisi olur” sözünü ilk ondan duyuyorum. Günün diğer bütün güzellikler yanında kazanç oluyor benim için. Başlık olarak da alabilirdim onu. Diyorum ki; “Kırkıncı yıllar” tükenmez. Kurumsallaştırmalı Salonlara taşınmalı. Bu buluşmaları Sempozyumlara dönüştürmeli. Son bir yılda dini hayatın kat ettiği meseleler konuşulmalı. Tebliğler sunulmalı bu hususta. İlahiyatçı bildiğinin üzerine kapanmamalı. Hele de böylesi zamanda. Öyle yapar da, saklar, öte tarafa taşırsa, meydanı işin tüccarlığını yapanlara bırakmış olur. Merdiven altı bu işi yapanlar gizli gündemi olanlar cirit atarlar o zaman o sahada. Onun da ülkeyi, “âlem-i İslam-ı” nerelere taşıdığını demeye de gerek yok. “İlmin de zekâtı var”. Unutmamak lazım. Ankara İlahiyat Fakültesi “bir okul, bir ekol…” “Hoş seda” olarak kalacak, “8 Ekim” buluşması. Nurten CECELİ Hoca hanıma, akıl edenlere, emeği geçenlere katılımcılara teşekkürler. Kalan ömürleriniz, geçen kısımdan daha uzun, daha da güzel olsun… Osman ERENALP Ankara- Ekim 2016 Bu haber 1815 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |