CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından Tunceli-Ovacık’ta kaçırılması ve bir süre sonra yine aynı yerde salıverilmesi üzerine ne düşündüğüm ve neden bu konuda bir şey yazmadığım soruluyor.
Doğrudur CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün olayını yazamadık.
Daha doğrusu bu konuyu yazmaya fırsat ve zaman bulamadık. Çünkü olaylar ve gündem o kadar hızlı değişiyor ki, insan hangisini ele alacağına karar veremiyor. Tam Hüseyin Aygün’ün Tunceli-Ovacık dağ maceralarını yazmaya başlayacağız ki, ramazan bayramı öncesinde BDP’lilerin PKK’lılarla kucaklaşması araya girdi. Derken ikinci bayram günü, Gaziantep’teki bombalama ve 9 masum vatandaşımızın menfurca öldürüldüğü haberi ile sarsıldık.
Arkasından, Hakkâri’de, Şırnak’ta, Diyarbakır ve Bitlis’te meydana gelen hain saldırılar, kaçırılan, öldürülen sivil ve kamu görevlisi vatandaşların acıklı haberleri içimizi yaktı.
Şemdinli’den gelen ve üçer beşer şehit haberleri, Şırnak Uludere’deki şüpheli trafik kazasında şehitlik mertebesine ulaşan askerlerimizin acısı ile ocaklar söndü, anaların, babaların, eş ve çocukların ocağına ateş düştü.
Bu vesile ile şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize acil şifalar, kederli ailelerine sabır ve metanet diliyorum.
Tunceli Milletvekili Aygün’ün iki günlük dağ maceraları ve BDP milletvekillerinin PKK militanları ile kucaklaşması konusunda yaşananlar, çoğu kişi gibi bizi hiç şaşırtmadı.
Zira onların görevi kendilerine senaryo içinde verilen rolü oynamak ve kenara çekilmekti. Nitekim hepsi görevlerini yaptılar.
Mesajlar adresine teslim edildi. Verilen mesajlardan kim ne anlar, nasıl yorumlar bilmem.
Ama şu olup bitenlerden benim anladığım; Tunceli Ovacık’ta, Hakkâri Şemdinli’de bir güvenlik zaafı ortaya çıkmış olmasıdır. Askerin ve polisin, istihbaratın ne kadar aciz kaldığı anlaşılmış oldu.
Bunun üzerine belki çok şeyler söyleyebilir, bol “cek, caklı” laflar edebilirsiniz. Hepsi o kadar.
Aslında, şu olup bitenlere bakıyorum da, hepsi birer küçük ayrıntıdan ibaret. Bizler ayrıntılara boğuldukça, işin özünü kaçırıyor, vakit kaybediyoruz.
O nedenle etkili ve yetkili kim varsa, böyle küçük detaylar ve ayrıntılarla vakit kaybetmenin kimseye faydası yoktur. İşin esasına gelmemiz ve karar alıp uygulamaya koymamız lazım.
Peki, o zaman nedir bu işin aslı astarı? Bize göre, bir yerlerden düğmeye bastılar, Suriye’ye girmemiz ve İran’a savaş açmamız isteniyor. Kim istiyor? ABD’si istiyor, AB’si istiyor, dahası İsrail ve onun güdümündeki küresel güç odakları istiyor.
Söz buraya gelmişken biraz geriye gidelim.
1980’lerde aynı çevreler, Saddam’ı İran’a karşı kullanmış ve başlamış savaştırmışlardı. Sonra aynı Saddam’a Kuvvet’i işgal ettirdiler.
Arkasından çeşitli bahaneler uydurup Irak’ı işgal edip yakıp yıktılar.
Bitti mi oyun, elbette hayır?
Bu defa Irak’ı işgal edip, Saddam’ı ortadan kaldırmayı kafaya koydular. Bir sürü yalan dolan ile Irak’a girip taş üstünde taş bırakmadılar.
Ya bunca yıl kullandıkları Saddam Hüseyin’e ne oldu? Bir lağım çukurunda insanlıktan çıkmış vaziyette yakalanıp, idam edilerek ortadan kaldırıldı.
Benzeri oyunlar Afrika’da, Asya’da daha başka ülkelerde de sergilendi, sergilenmeye devam ediyor.
Tarih tekerrürden ibaret, hiç ders alınsa tekrar eder miydi, derler.
Kimse kendini kandırmasın.
Siz adamın evinin içine fitne sokar, karısını, kızını, oğlunu, kızını yoldan çıkarırsanız. Fazlasını onlar da sizin içinizde yapmaya kalkar.
Yapınca da işte öyle çaresiz kalır, ne yapacağını şaşırır kalırsınız.
Şimdi söyleyin dostlar, Hüseyin Aygün olayı ve CHP liderinin açıklamasını konuşmaya yazmaya gerek var mı?
Ya BDP’li vekillerin hasret dolu kucaklaşmaları?
Şu olup bitenlerin hepsinde bilerek veya bilmeyerek hepimizin günahı var.
Bu haber 2175 defa okunmuştur.