| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
KADINLAR; BİZİM KADINLARIMIZ14 May?s 2013, 23:54 KADINLAR; BİZİM KADINLARIMIZ Bugün mademki kadınlardan bahsedeceğiz; o halde bayrağına, diline, dinine, vatan yaptığı toprağına sahip çıkmaya çalışan Türk kadınlarından bahsetmeliyiz. Bu ülke kadını kadar cefa çeken, ezaya katlanan, yoksullukla sınanan, acıyla yoğrulan, bu kadar kanaatkâr, dirençli, bir o kadar asil, kavgada direnç, hayatta sığınılacak liman, ana, kadın, eş, yar, sevgili olabilen başka kadın var mıdır acaba bir başka coğrafyada? Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletkâr ve en ağır kadını olmalıdır.” sözünü gerçekleştirebilmek için öncelikle hür ve bağımsız bir vatan isteyen Türk kadınları da işte bu var olma mücadelesinde yerini alır ve memleketin hürriyeti için canını verir. Sırtı ile, kağnısı ile, kucağında yavrusu ile yağmur demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvi ve fedakar, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur. ”Bu dönemle beraber tarihimizin sayfalarına isimlerini altın harflerle yazdıran pek çok Türk kadını mevcuttur. 23 Ağustos 1922’de cepheye cephane taşırken doğum yapan ve cephe gerisine gönderilen bir Türk kadını Mustafa Necati Bey’e cephaneyi işaret ederek ‘Ben bunları nasıl bırakırım? Ordu cephane bekliyor.’ diyerek görevine devam eder. Sırtında çocuğuyla cepheye cephane götürürken yağmur yağmaya başlaması üzerine cephane ıslanmasın diye çocuğunu sardığı örtüyü cephanenin üzerine örten, sırtlarında süt bebekleriyle cephane taşıyan genç kadınlar, iki öküzünün çektiği kağnısıyla cepheye erzak taşıyan bir genç kadının öküzlerinden birisinin düşman ateşiyle ağır yaralanması sonrasında iki oğlu ve kendisini öküzlerin yerine koşarak görevine devam etmesi” hep vatanın kurtuluşu içindir. Milli mücadelede Türk kadınını, İzmir Valisi ve Trakya Umum Müfettişi kazım Dirik paşa hatıralarında şöyle anlatır; “Eğer eli silah tutan erkeklerin hepsi, sayı olarak bizden kat kat üstün düşmanın karşısında sağlam bir müdafaa hattı kurabilmişler, daha sonra da taarruza geçebilmişlerse, bu Türk kadınının müstesna vatanseverliğinin, sabrının, fedakârlığının, ruh ve beden takatının emsalsiz eseridir. Hudutta nasıl beyaz sakallı dedelerin yanında ergenlik çağındaki torunlar savaşıyorsa, cephe gerisinde hatıra gelecek her ağır-hafif hizmette de ninelerin yanında torunlar çalışıyordu. Büyük Taarruzdan kısa zaman önce Mustafa Kemal ile konuşmak için Konya’ya gelen İngiliz Generali Towshend de Menzil Müfettişliği Karargahı’nda gördükleri için ‘Erkeklerin yapacaklarını maharet ve şevkle yerine getiren kadınlar ordusu’ der.” İngiliz yazar Ann Bridge’in Devrim Yolu adını verdiği İnebolu-Ankara hattında Küre Dağlarından geçen 350 kilometrelik yolda kağnılarıyla cepheye silah taşıyan kadınlar, aynı güzergâhta Samsun Bölgesi İstiklal Mahkemesi Başkanı, ilk Mübadele Bakanı ve Milli Mücadele’nin silahla yapılması gerektiğini 14 Mayıs 1919 günü İzmir’de haykıran Mustafa Necati Bey’e “Var git yoluna Bey, beni meşgul etme.” diyen kahraman kadın veya Amerikalı casus ve provakatör ajan (Anadolu insanı can alıp can verirken bu topraklara gelen sözde turist) JulianGillespiy’nin karşılaşıp hayretinden küçük dilini yuttuğu o Türk kadını bu toprakların genlerine, dağına taşına Türk damgası vuran ölümsüzlerdir. Öte yandan Milli Mücadele sonrasında da “Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mana çıkarmak, intibah almak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir.” diyen Mustafa Kemal, Anadolu toprağının büyük sıkıntılar, milletin büyük tehlikeler içerisinde bulunduğu günlerde tarihin hiçbir döneminde hiçbir devlet başkanının, hiçbir liderin veya yöneticinin yapamadığını yapar, Sakarya Meydan Muharebesi’nin başlamasından hemen 5 gün sonra 15 Temmuz 1921 tarihinde Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’ne katılarak milli eğitim ve öğretim konusunda çeşitli uyarılarda bulunmuş, direktifler vermiş ve çağdaşlaşmanın eğitim ve kültür hayatında kadınların desteğiyle başlatılacağını gösterir. Bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk giriştiği bütün reform hareketlerine eşi Latife Hanımı da dâhil etmek suretiyle örnek teşkil eder. Ayrıca manevi kızı Sabiha Gökçen’i Hava Harp Okulu’na göndermesi ve Türkiye’nin ilk kadın pilotu olarak yetiştirmesi, Afet İnan’ı Cenevre’de okutması ve Türk Tarih Kurumu’nun kuruluş çalışmalarında görevlendirmesi Türk kadınına ve toplumsal değişime yönelik mesajlardır. Bu durumu Mustafa Kemal Atatürk sık sık dile getirecektir; “Kadınlarımız erkeklerden daha çok münevver, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle davranmalıdırlar.” Falih Rıfkı Atay da yaşanılan gelişmeleri yakından gözlemleyenler arasındadır. Ankara’nın başkent olmasıyla beraber toplumsal hayatta değişim iyiden iyiye görülmeye ve ülke modern bir görünüm kazanma yolunda ilerlemeye devam eder; “...Türkler ancak bir iki şehirde kravatlı idiler. İstanbul’da biraz düzgünce esvaplıyı Şeker Bayramlarında görürdük. Ütülü, kumaşı parlamamış kostümün adı bile bayramlık idi. Müslüman nüfustan pek çoğunun çorap masrafı yoktu. Şehir orta hallisinin çeki düzeni haftada bir hamam, üç günde bir berberde sakal tıraşı idi. ...Biz İstanbul’dan Ankara’ya gidenler 1923 Meclisi’nde poturlu, boz getirli, yanda düğme gömlekli Kuvay-ı Milliye devri adamlarınca şöyle bir, nereden çıktı buzüppeler yollu bakıldığımızı hatırlarım. Yol asfaltlama, günde bir tıraş gibi lükstü. Bir milletvekilinin ‘Nemize yetmez elli lira aylık?’, bir başkasının ‘Ankara yollarının tozu yüzlerimizin pudrasıdır.’ dediği günlerdi... ” 1930 yılında Türk kadınına belediye seçimlerine katılma, 1934 yılında da kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilir ve aynı dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne 18 kadın milletvekili girer. Aynı haklar Fransa’da 1945, İsviçre’de 1972 yılında kabul edilmiştir; “Cemiyet içinde görünür bir aza olmağa başlayan yeni kadının inkılap neticesinde hası olan ekonomik ve ideal tesirlerle içtimai hayata ve ruhi muhtariyete doğru olan ilerleyişini ve hemen her mesleğe girmek hususunda gösterdiği sürekli ceht ve muvaffakiyetlerini takdir etmemek kabil değildir...” Haklarını kazanmış, insanlığın ayrımına varmış, kulluktan insanlığa geçmiş, “Sosyal hayatta ben de varım.” diyerek ayağa kalkmış Türk kadını sahip olduklarını umarsızca teslim etmeyecektir şüphesiz. Kuvayı Milliye Mücadelesini bugüne kadar en güzel yorumlayan ve “Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim. Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda. Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye! Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik. Anlayamadılar.” diyen büyük ozanın dizeleriyle bitirelim sözlerimizi;
“Ve kadınlar Doç. Dr. Ulvi KESER Bu haber 2614 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |