anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 15  
»Bugün 1232  
»Toplam 13990358  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 54.165.122.173
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

TÜRKÇEM BENİM, DİL BAYRAĞIM

Ulvi KESER

04 Nisan 2012, 18:16

Ulvi KESER

Dünyanın en çok basılan, yayımlanan, satılan ve okunan kitabını bilir misiniz? Peki, bu kitabın özellikle Batı dünyasında İncil sonrasında en çok talep gören, merak edilen ve neredeyse her evde başucu kitabı olarak değerlendirildiğini hiç duydunuz mu? “Bana İsmail derler.” diye bir giriş cümlesiyle başlayan bu eşsiz, muhteşem başyapıt  “Beyaz Balina” ismini taşıyor veya hepimizin bildiği ismiyle “Moby Dick”. Amerikalı Herman Melville’in 1851 yılında tamamladığı ve ülkemizde de çok büyük rağbet gören bu romanı esasında yaklaşık 150 yıl önce bugün karşılaştığımız ırk ayrımı, küreselleşme, sınıf farklılığı, sömürgeci zihniyet, uygarlık tarihi, teoloji (Dinler Tarihi), Batı/Doğu çatışması gibi sorunlara değinen ağır ve bir o kadar kolayca sindirilebilen türden psikoloji, tarih, mitoloji, hukuk, insanlık kitabıdır. Her bir cümlesi alınıp veciz söz olarak duvara asılabilecek türden bu kitabın bizim için başka bir özelliği var mıdır diye sorulacak olursa cevabı da “Evet” olacaktır.

 

Yaklaşık 1000 sayfalık bu kitabın mükemmel İngilizcesi, akıcılığı, öğreticiliği, çıkarımları ve dersleri yanında bizden özellikleri de söz konusudur. Kitabı güzel dilimize kazandıranlar Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu’dur ve yazar Melville’e haksızlık etme pahasına onların Türkçesi kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzel ve olağanüstüdür. Sizi bir anda uçan halının üzerine oturtup pasaportsuz, vizesiz sınır tanımadan uçuran, ruhunuzu dinlendiren, bir küçük pınarın şırıltısı gibi gönül derinliklerinizde huzur ve sükûnetle buluşturan işte o güzel dil, Türkçedir. Basit, sıradan ve olur olmaz şeylerle gurur duyma alışkanlığı sarmalında boğulan yurdum insanı işte övünülecek şeyler tam karşımızda duruyor. İster bu muhteşem başyapıtın Türkçesiyle, ister Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu gibi dünya çapında iki büyük dil ustasıyla ve isterseniz gelir geçer maç sonuçlarıyla değil de onun Trabzon Maçkalı bir edebiyatçı olmasıyla gurur duyabilirsiniz göğsünüzü gere gere. Türkçenin kabalığından, zorluğundan, yetersizliğinden dem vuranların suratına atılacak bir şamardır aslında Erhat’la Eyüboğlu’nun şiir tadındaki Türkçeleri bu eserde.

 

Dilimizin güzelliği sadece onlarda mı ortaya çıkar? Şüphesiz hayır. İşte Türk edebiyatının ulu çınarlarından Yahya Kemal Beyatlı’nın “Türkçe ağzımda annemin sütüdür.” sözüyle yücelttiği, işte yakınlarda kaybettiğimiz Türk edebiyatının bir diğer ulu çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın herkesin bildiği “Türkçem benim ses bayrağım.” sözüyle yüceltmekle kalmayıp kutsallaştırdığı dilimiz ve bugün ayaklar altına alınmış, acınacak hali. Bu güzel dile neden gerekli ve hak ettiği özeni göstermiyoruz? Yurdum insanı kendisini güruhtan ve yığınlardan koparıp millet yapan o ulvi değerlere neden bu kadar uzak, yabancı, gönülsüz ve umarsız? Türkçe sevgisi, ana dil coşkusu, dil bilinci ve duyarlığı neden artık ayaklar altına alınmış durumda? Bu konuda bir şeyler yapması, somut adımlar atması gerekenler neredeler?

 

12 Eylül 1980 sonrasında Büyük Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu sıradanlaştıran ve bürokrasi çarkının dişlerinde ezenlerin vicdanları acaba hiç mi sızlamaz? Oysa dil öğrenimi, insanların kendi dillerine sahip çıkması düşünceyi geliştiren, ona şekil veren, “insan yapan” ana unsurdur ve birkaç gönüllü Don Kişot dışında çevre kirliliği, hava kirliliği, ,gürültü kirliliği yanında farkına varılmayan bir de dil kirliliği mevcuttur, Türkçenin o güzel tınısına ve sıcaklığına rağmen. Karamanoğlu Mehmet Bey’in daha 13 Mayıs 1277 tarihinde “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, dergâhta, mecliste ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya.” diyerek ferman çıkartmasının ardından köprülerin altından çok sular aktı; ancak Türk dili sahipsiz, öksüz, perişan v eyerle yeksan olmuş durumda şu an. 1950’li yıllarda başlatılan Türk insanını bilimden, düşünceden, okumadan ve uygarlıktan uzaklaştırma çabaları 1980 sonrası insanların ve özellikle gençlerin toplum sorunlarından uzak “çiçek çocuklar” haline getirilmesi, ardından bütün toplumu saran internet ve cep telefonu salgınıyla hem Türkçe “fil adam” şeklinde bir garabete dönüştü hem de zaten yerlerde sürünen okuma oranımız iyiden iyiye dibe vurdu. Bir toplum başka nasıl uyuşturulur, başka nasıl afyonlanır? Toplum başka nasıl ele geçirilir, sömürülür, yabancılaştırılır ve aşağılık kompleksleriyle darmadağın edilir? Uzatmaya gerek yok, düşünmesini, okumasını, bilmesini, tartışmasını engellemek, dilini tahrip etmek yeter. Yetiyor da. Gönlünüzü sevmez misiniz, canınızı düşünmez misiniz? Öz varlığınıza değer vermez misiniz? O diliniz, siziniz gönlünüz, yüreğiniz, hayatınız, yurdunuz, ses bayrağınız tıpkı Dağlarca’nın “Türkçe Katında Yaşamak” diyerek söylediği gibi.

 

Dostlukla kalın.

 

Türkçe Katında Yaşamak

Seslenir seni bana sonsuz

Der ki çoğal

Der ki uzan mutluluğuna

Usun, iyiliğin, doğruluğun

Bir bilinmeyenden bir bilinene dek

Türkçe, var olduğumuz

Türkçe, nice desem seni

Onca güzelim

Görünmek, derinleşmek

Dolmak

Seni düşünürüm, düşünürüm, yarı karanlıklarda, dal

Anlarım onca

Bir bölü beş, bir bölü dokuz

Bir bölü bin üç

Ayrılık anlamların öylesine azar azar dağılır

Ta doğudaki balık

Duyar kokusunu

Ta batıdaki yoncanın

Seslenir seni bana yakın uzak

Yeryüzü mavisinden gökyüzü yeşiline

Tutsak uluslar var ya, geceler boyu

Onlar için

Yitik özgürlükler için

Türkçe haykırmak

O süre yaradılış dar iken

Düz iken, yassı iken

Daha'lar, daha'lar, daha'lar daha'lara karışmış

Sınırsızlığın getirmiş yarınları

Konuşamaz iken, o yusyuvarlakta

Diyemez iken

Artısı eksisi almış götürmüş

Toprağın bitkilerden arta kalan sağlığını

Sıcak uzun

Bir kişiler geleceğine

Seslenir seni bana bir duru su

İçinde masallar, uygarlıklar saklayan

Eski ozanlar kazımış ilk yazıları ilk anıtlara

Yankılanır

Alandan alana, uçsuz bucaksız

Evrenden akınlarının uğultusu

Ama bağışla beni, unutmuşum,

Yıldızını, güneşini, ayını, utanmadan

Öyle köksüz günlerim gelmiş bozkır çadırlarında çırılçıplak

Unutmuşum ana demesini bile

Öykünmüşüm türküsünü ellerin

Ağzıma bir kara düşmüş, bağışla beni

İşte and içiyorum

Bütün ölüler adına

Bütün gençler, bütün doğacak çocuklar adına

Varacağım deyişine gündüz gündüz

Varacağım Tanrı'ya dek

Soluğumda soluğun

Seslenir seni bana ovam, dağım,

Nere gitsem bulur beni arınmış.

Bir çağ ki akar ötelere,

Bir ak, ki yüce atalar, bir al, ki ulu oğullar

Türkçem, benim ses bayrağım

 

Doç. Dr. Ulvi KESER
Atılım Üniversitesi
ulvi.keser@gmail.com


 

 

Bu haber 2821 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    NE OLDUYSA BİZE, AZAR, AZAR OLDU26 Ocak 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir