| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
KKTC'DE AYRI DÜNYALARIN İNSANLARI26 Mart 2013, 22:43 KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NDE AYRI DÜNYALARIN İNSANLARI307 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış, İngiltere’nin değişen güvenlik algılamasına paralel olarak ince entrikalarla –her ne kadar hukuki bir anlaşma var gibi görünse de-1878 yılında el değiştirmiş, 82 yıl boyunca Kıbrıs Türkleri için Yunanların Megali İdea, Rumların Enosis saplantıları arasında sıkışıp kalmış ve nihayet 20 Temmuz 1974 sonrasında hürriyetine kavuşmuş adanın Türk toplumu acaba bugün hangi ahval ve şerait içinde yaşamaktadır. Bir zamanlar Afrodit’in lanetliler adası veya tanrıçaların adası olarak isimlendirilen bu ada hiç mi huzur bulmayacak acaba tarih boyunca? Soru çok, cevaplar muhtelif. O halde bugüne bakmakta fayda var. Osmanlı İmparatorluğu bile fethettiği topraklara yönelik Türkleştirme stratejisi uygulamaya başlarken 1571 sonrasında en az dört aşamalı bir planı devreye sokmuştur bu adada. Önce kesinlikle ehl-i namuslar, kalifiye elemanlar, zanaatkârlar ve başta kadı olmak üzere devletin en üst düzey makamlarından iki şahitle alınan onay belgesi, sonra ver elini Kıbrıs. Yeterli nüfus sağlanamadıysa yine kesinlikle ehl-i namuslar ama çok da kalifiye olmasına gerek yok, yine devlet onayı vs. Osmanlı 1579 sonrasında tepetaklak giderken bile devlet ciddiyetini en azından burada bozmamaya çalışmış ve adayı yaşanılır hale getirmiştir.1878-1974 sürecinde Çanakkale’den getirilen savaş esirlerine sahip çıkan, onları kurtarmaya gayret gösteren, Fransa’nın adada açtığı Ermeni Doğu Lejyonu (LegionD’Orient) terör ve tedhiş kamplarına karşı Osmanlıyı uyaran ve direnişe geçen, Milli Mücadele’ye katılan, “Yönümüz Akdeniz’dir, Toroslardır, Anadolu’dur.” diyen, “Biz zelilane yaşarız, varsın Türkiye Cumhuriyeti’ne halel gelmesin.” alicenaplığını gösteren, 1950’lerde Türkiye’de devletin en üst yetkilileri “Bizim Kıbrıs diye bir sorunumuz yoktur.” diye böbürlenirken gönlü kırılan ancak Türkiye’ye asla küsmeden direncini yitirmeyen ve karyola demirlerinden yaptığı derme çatma ilkel silahlarla namus mücadelesine girişen ve 20 Temmuz 1974’de Mehmetçikle omuz omuza savaşıp dizinde şehit düşen Kıbrıs Türklerinin yaşadığı Akdeniz’in ortasındaki 900 kilometrekarelik bu yeşil ada neden ayrı dünyaların insanlarına sahip acaba bugün? Adada yaşayan Rumlar, KKTC’de kalmamakla birlikte Ermeniler, Levantenler veya az sayıda olmakla birlikte Kormacit (Koruçam) köyünde yaşayan Maronitlerden bahsetmiyorum. 1975 Şubat ayı sonrasında başlayan adaya göç dalgası sonrasında Kıbrıs’a gelen kendi insanlarımızdan bahsediyorum. Savaştan hemen sonra adaya gelip yerleşen ve ikinci, hatta üçüncü nesli orada büyüten insanlar, KKTC’de gözlerini dünyaya açan insanlar kendilerini nedense Gaziantepli, Kahramanmaraşlı, Hataylı, Diyarbakırlı, Antalyalı, Mersinli, Şanlıurfalı vb görüyor. Amerikalıların “Farklılığımız kuvvetimizdir./Ourdiversity is ourstrenght.” sözüne nazire mi yapılıyor acaba diye düşünüyorum ama burada öyle bir şey yok. Şüphesiz bu konu son derece hassas dengeler ve çok paradigmalı bir sorun; ancak sadece bir boyutunu-en azından –şimdilik görmekte fayda var. Bugün örneğin Lefkoşa’da o güzelim Suriçi denilen tarihi bölgede terk edilmiş –veya terk edilmek zorunda kalınmış- kültürel mirasın parçası muazzam evlerde oturan insanlarımızın çoğunun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile manevi bir bağı maalesef neredeyse hiç yok gibidir. Siz hiç bu insanlardan Tekke Bahçesi’nde yatan şehitler konusunda bilgi alabilir misiniz? “27/28 Ocak 1958 Şehitleri, 21 Aralık 1963 olayları, Kanlı Noel, Barbarlık Müzesi, Akritas Planı, Grivas, Polikarpos Yorgacis, Ali Rıza Vuruşkan veya Türk Mukavemet Teşkilatı nedir, kimdir” sorularına cevap alabilir misiniz? Neden Lefkoşa’da doğup büyümüş bir insan kendisini Trabzonlu kabul eder? Hayatında hiç Mardin’e gitmemiş bir genç neden kendisini Değirmenlik köyünden değil de İdil’e ait hisseder? Bu insanlar evlerinde hiç mulihiya pişirmişler midir acaba veya golagasın tadını bilirler mi? Merak ediyorum şeftali kebabı yapıyorlar mı evlerinde Adana veya Urfa kebabı yerine? Bu insanlardan acaba kaçının “Kıbrıslı” olarak adlandırılan ve 1974 öncesinde adada doğup büyümüş ailelerle dostluğu vardır? İki yüz bin nüfuslu koca (!) ülkede örneğin başkent Lefkoşa’nın Dereboyu bölgesinde karşılaştığınız manzara ile Suriçi’nde yaşanan dünya o kadar taban tabana zıt ki sanki iki farklı ülkeye gelmiş gibi oluyor insan. Bu insanların suçu mudur bu durum? Bu bir suç mudur en basitinden? Şüphesiz hayır; ancak en son 1974 yılında devlet olarak Kıbrıs adası için verebileceği en önemli ve değerli şeyi; kanını, canını vermiş Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendisini temsil edecek insanların seçimi konusunda daha duyarlı olması gerekmez miydi? Bugün özellikle bazı kesimler tarafından maksatlı bir şekilde kaşınan ve Kıbrıs Türkleriyle Türkiye Cumhuriyeti devleti arasına kara kedi sokmaya çalışan malum çevrelerin de gayretiyle bu durum pimi çekilmiş bir bomba gibi orta yerde durmaktadır. Göç olgusu başlı başına sorun demektir. Ne kadar olumlu şartlar altında yapılırsa yapılsın göç sorunları da beraberinde getirir. Demografik özelliklerin farklılığı, sosyokültürel yapının, eğitim düzeyinin değişkenliği, ekonomik yapı, berdel, beşik kertmesi, kan davası gibi önemli unsurlar, bölgesel farklılıklar, işsizlik, mali sıkıntılar vb bir araya gelince “bizim insanlarımız” birbirine yabancılaşıveriyor birdenbire. Kültürel zenginlik şüphesiz bir kazanç olarak değerlendirilebilir ve kültürel bütünleşme (entegrasyon) hayatın olmazsa olmazı; ancak bunu KKTC’de en azından bugün görebilmek pek de mümkün değil. Çeşitli sebeplerle bugün adaya pasaportsuz ve sadece kimlikle giriş yapılabiliyor olması, doğaldır ki sınır güvenliği bağlamında zafiyetler yaşanması, ada devletlerinin tipik özelliklerinden kaçakçılık, kumarhane sektörü ve fuhuş pazarı yanında ucuz iş gücüne duyulan ihtiyaç ve ülkede yaşanılan siyasi belirsizlikler sonucu bugün uygun olmayan şartlarda yaşamaya çalışan kaçak işçi/göçmen statüsündeki insanlar da buna eklenince güven duygusu da anlamını yitiriyor. Oysa hakkını teslim etmek gerekir ki bugün KKTC sahip olduğu anayasal yapıyla dünyanın en demokratik ülkeleri arasında belki de ilk sıradadır. Gerek Cumhuriyet Meclisi’nde teslim edilen siyasi partiler, gerek anayasal düzen, işçi hakları, sendikal özgürlükler, emek, konuşma özgürlüğü yanında metrekareye en çok eğitimli insanın düştüğü yer de burasıdır. İşte böyle bir ülkede sosyal ve kültürel bağlamda birbirine tamamen uzak iki toplum yaşıyormuş gibi bir görüntü çok da şık değildir. Şüphesiz kolayca aşılacak bir sorun olmamakla birlikte ülkenin akil insanlarının bir araya gelmesiyle asgari müşterek de karar kılınabilir. Böylesi ülkedeki “Hataylılar” sendromunu da ortadan kaldıracaktır şüphesiz. Doç. Dr. Ulvi KESER Bu haber 2155 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |