anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 16  
»Bugün 939  
»Toplam 14020475  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 18.118.140.108
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

ÇANAKKALE'Yİ İYİ ANLAMAK VE ANLATMAK

Ulvi KESER

13 Mart 2014, 23:24

Ulvi KESER

99. YILINDA ÇANAKKALE’Yİ İYİ ANLAMAK VE ANLATMAK ÜZERİNE

1579’da Sokollu Mehmet Paşa’nın hayatını kaybetmesinin ardından Osmanlı İmparatorluğu yükselme dönemini kapatmış, duraklama, gerileme ve 30 Ekim 1918 itibarıyla da yıkılma sürecine girmiş ve tarih sayfasında yok olup gitmiştir.

1579 sonrası ise Osmanlı için tam anlamıyla bir facia olmuş, özellikle Ruslara karşı girişilen ve son olarak tarihimize 93 Harbi olarak giren 1878 tarihli savaşla birlikte başta İngiltere ve Fransa’nın desteğini tamamen kaybetmiş ve yalnız kalmıştır. Sonrasında sadece savaşlarla değil, örneğin Fransız Devrimi ve yarattığı akımın muazzam etkisiyle başta Balkan coğrafyasında Yunanlar, Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar bayrak açmışlar, direnmişler ve Osmanlı topraklarını kendi yurtları yapmışlardır. Ardından Mısır, Tunus, Fas, cezayir ve On iki Adalar yanında örneğin anlaşmayla dahi olsa Kıbrıs adasının elden çıkması hep bu sürecin birer uzantısıdır ve fiili işgaller ve hiçbir tepkiyle karşılaşılmadan kaybedilen topraklar birer birer elden çıkmış ve devlet güçsüzleşmiş, küçülmüş ve zayıf düşmüştür.

Anadolu insanının can vergisi, kan vergisi vererek savunmaya çalıştığı bu topraklar birer birer düşer ve ülke çaresiz bir bezginlikle küçülürken Birinci Dünya Savaşı gelir kapıya dayanır ve Anadolu’nun Mehmetleri bir kere daha “bizim olmayan topraklarda” İstanbul’daki padişah için savaşa sürüklenir. Mehmet yorgundur, Mehmet bezgindir, Mehmet perişandır, Mehmet vatan savunmasında olmakla gururludur; lakin neden Sina çöllerinde savaştığını, neden Arap Yarımadası’nda olduğunu anlayamamıştır. Tıpkı Balkan Harbi bozgunu sonrasında yaşadığı gibi, tıpkı Afrika çöllerinde Trablusgarp’te olduğu gibi cansiperane dövüşür, vuruşur; ancak sormadan da edemez “Kumandanım Galiçya ne yana düşer?” diye. Yüzlerce yıldır ihmal edilmiş, unutulmuş Anadolu insanı ne zamanki bir savaş tehlikesi, bir savaş tehdidi var hatırlanır ve cepheye sürülür. Yine öyle olmuş ve Mehmetler ülkenin dört bir yanından koşmuş ve ön saflarda yine yerini almıştır.

Filistin, Sina, Arap yarımadası, Kafkas Cephesi, Galiçya derken bizim olan tek toprak parçası Çasnakkale’de kendisini yedi düvelin, düvel-i muazzamanın askerleriyle karşı karşıya bulur. İnsan merak eder durur hep acaba Türk edebiyatının o ulu çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca o muazzam şirinde;

“Çanakkale,                                          

Çağlar üzre destanların özüdür.

Bayraklar dalgalanır ya,                

Yel bayrakların hızıdır.

Yiğitlerin sonsuzluk                      

Ekmeğidir, tuzudur.

Gök uyur ya buralarda, gök uyanır ya,

Yaşamanın özüdür.

Hepsi de varır Ankara'ya ovalardan,     

Kalanlar, ölenlerin izidir.

Deniz deniz, dağ dağ                     

Yazıdır.

Çanakkale,

Yeni Türkiye'nin önsözüdür.”

 

diyerek neyi anlatmaya çalışmıştır. Çanakkale hakikaten “Çağlar üzre destanların özü” ve “yeni Türkiye’nin önsözü müdür?” Öyledir, Çanakkale tam da Türkiye demektir, Türk insanı demektir, Anadolu demektir ve bu topraklarda yaşanılanlar her türlü takdirin üzerindedir. Öyle olunca da milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy da orada yaşanılanları o muazzam Çanakkale destanında “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...    Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni tarihe.’ desem sığmazsın.” dizeleriyle aktarır ve bu mücadelenin hakkını verir. Anadolu insanını ve Anadolu topraklarını kolay lokma olarak değerlendiren, yıllarca bu toprakları sömüren ve öteki olarak görüp aşağılayan düşünce yapısı bir kere daha ortaya çıkar ve özellikle müttefikleri Rusya’ya yardım ve lojistik destek sağlamak amacındaki İngilizler herkesten daha istekli olurlar Türk boğazlarını geçerek Karadeniz’e ulaşmaya. Unuttukları şey ise bu topraklarda yaşayan insanların artık kaybedecek birşeylerinin olmadığı, insanüstü bir mücadeleyi, komuta kademesinin ince zekası, stratejik derinliği, öngörüsü ve taktik hamleleriyle kazanma azminden başka bir şeyler düşünmediğiydi. 25 Kasım 1914’de yapılan Savaş Konseyi toplantısında söz alan Winston Churchill yapılacak harekâtı şöyle anlatır;

 

        “ Türk Boğazlarını kastediyorum. Güçlü donanmamızın desteğindeki bu ordu ile bir vuruşta  Çanakkale Boğazı ele geçirilebilir. İstanbul’a dayanacak donanma ile  başta Sultan’ın sarayý olmak üzere tüm başkent yerle bir edilebilir. Bu harekatın başarılması  halinde elde  edilecek  faydalar o denli   büyüktür ki her  türlü  riski göze almaya değer. Avrupa’nın ortasında sıkışmış Alman ve Avusturyalıları Balkanlar’dan da kuşatarak onu nefes alamaz hale getirebiliriz. İnanınız bana Türklerin gırtlağı bu Boðazlardır. Onu demir bir elle şöyle bir sıkmak yeter. O büyük gibi görünen köhnemiş imparatorluk cansız kollarımıza yıkılır...”

 

Winston Churchill, Çanakkale’ye yapılacak harekat öncesi kendinden bu kadar emindir; ancak özellikle İngilizlerin “Tommy Atkinsleri  “Mehmetçikler’in” savaşın en yoğun olduğu günlerde ölümüne kahramanlıklar gösterdiğini, Teğmen Abdürrahim’in 1 takım askerle düşman alayına karşı koyduğunu, tüfek mekanizmasının çalışmaması üzerine düþmana taşla saldıran Mehmet Çavuş’u, “…Bir sen kaldın elimde oğlum, sen de git vatan evladına. Seni de bugünler için besledim oğlum. Düşman elinde yaşamaktansa bin kere iyidir ölmek. Yiğit olana toprağın altı da bir, üstü de.” diyen Anadolu kadınını, 24’lük top vincinin çalışmaması üzerine 215 kiloluk top mermilerini sırtında taşıyan Edremitli Seyyit gibi kahramanların yiğitliklerini duydukça ”Biz ne kadar ölümden kaçıyorsak, onlar da ölüme o kadar koşuyorlardı.” diyerek Türk askerinin cesaretini övecektir.

 

 Anzak askeri Thos. A. Kelly’nin Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta “...Sohbetimizde John Türk’ün ismi hiç eksik olmaz. Hatırımızda kendisi şeref mevkiinde yer tutar ve Türk askerinin Şerefini haleldan edecek bir tek kelime söylenmez. O, Anzaklar tarafından temiz, cesur ve cömert bir düşman olarak anılır.” dediği gibi aynı övünç dolu ifadeler İngiltere’nin Çanakkale ile ilgili savaş ceridelerinde de yerini bulur. Çanakkale cephesinde harekatın istendiği ve tahmin edildiği gibi bitmemesi üzerine özellikle İngiltere ve Fransa, Türkleri arkadan vurmak için başka bir yol denemeye karar verirler ve 25 Nisan 1915 tarihinde kara harekatıyla beraber Ermeni ayaklanması da başlar. Mustafa Kemal’in ilk defa dünya devletleri tarafından yakından takip edildiği ve askeri dehası ve zekasının takdirle karşılandığı, ayrıca 1579’dan itibaren tam 336 yıl boyunca girdiği bütün savaşlardan boynu bükük çıkmış, kaybetmiş ve hırpalanmış Türk milletinin makus talihini yendiği, çok zor şartlar altında yedi düvele karşı kazanılmış  bu savaşı Türk askerine kazandıran o cesaret ve ruhu Mustafa Kemal şöyle ifade eder;

 

“Fakat  ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor, sarsılmak yok. Bu  Türk  askerindeki  ruh  kuvvetini  gösteren şayanı hayret ve tebrik misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

 

Galiçya’dan Filistin çöllerine çok geniş bir coğrafyada savaşa katılan Türk insanı bu cephelerden sadece birinde başı dik, gururlu ve muzaffer olarak savaş meydanından ayrılacaktır.

 

Dünya siyaset ve savaş sahnesine Mustafa Kemal isimli bir Yarbay’ın varlığını ilk defa duyuran Çanakkale Muharebeleri hemen ardından 19 Mayıs 1919 günü başlayacak olan Milli Mücadele’nin de ilk işareti olur.

 

Çanakkale cephesinde Osmanlı ordularına komuta eden Alman General Liman Von Sanders’in “...Bizse pek çok insan ve az cephane feda ediyoruz. Feda edebildiğimiz cephaneyse, düşmanınki gibi donanma ve obüs cephanesi değildir.” diye ifade ettiği Mehmetçik karşısında aşağı yukarı altı ay boyunca Çanakkale’de ummadıkları bir direnişle karşılaşan İtilaf Kuvvetleri, bazen sadece 50 saat ve 10 günlük bir askeri eğitimden geçirip cepheye sürdükleri  askerlerinden geride 43.000 ölü, 72.000 yaralı ve 30.000 kayıp olmak üzere toplam 145.000 zayiat verdikten sonra  19 Aralık 1915 gecesi Anafartalar ve Arıburnu cephelerinden, 8-9 Ocak 1916 gecesi de Seddülbahir cephesinden bütün birliklerini geri çeker. 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in 9 Ocak 1916 günü saat 08.45’te Alçıtepe’den çektiği telgrafla Başkomutanlık Vekâlet’ine verdiği müjdeli haberle savaş biter; “Tanrıya şükür. Gelibolu Yarımadası düşmandan tamamen temizlendi. Diğer ayrıntılar sonra bildirilecektir.

 

“Dünyayı yenenlerin yenildiği yer” Çanakkale tam anlamıyla bir kahramanlıklar menkıbesidir bizim tarihimizde. 23 Nisan 1915 günü bugün Anzak Koyu olarak adlandırdığımız kıyıya çıkan Anzak (Avustralian New Zealand Army Corps) askerlerine karşı inanılmaz bir direnç gösteren Yahya Çavuş, Cideli Mahmut Çavuş, Kınalı Hasan, Saka Mustafa, Şefika Hanım, Hilal-i Ahmer’in kahraman ve cesur hemşireleri, doktorları ve sıhhiye erleri,

 

1915 yılında mezun veremeyen İstanbul Tıp Fakültesi, Tokat’ta “Hey Onbeşli Onbeşli” isimli Çanakkale ağıdına da konu olacak yaşanılan kara günlere ve kaybettiği öğrencilerine saygı olarak renklerini karartan İstanbul Erkek Lisesi,

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözüne uygun olarak bu toprakları vatan bilen Mektebi Sultani’den Agop Sultanyan, Aristos Konstantin, Türk Halk Müziği ve Halk Edebiyatı’nın ulu çınarlarından Mustafa Sarısözen ve ağabeyi Fehmi Sarısözen,

 

1915 yılında mezun veremeyen Sivas Lisesi ve Balıkesir Erkek Lisesi, Kastamonu’nun Ersizlerdere köyünün bütün erkekleri, “Annem beni yetişdirdi bu ellere yolladı. Al sancağı teslim etti Allah’a ısmarladı.” diyerek cepheye koşan ve hiçbirisi geri dönmeyi düşünmeyen Mektebi Sultani (Galatasaray Lisesi),

 

Kastamonulu halk ozanı, edebiyatçı ve halkbilimci İhsan Ozanoğlu’nun Kastamonu’da derlediği o unutulmaz şiirinde “...Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni...” dediği ve Falih Rıfkı Atay’ın “... Bu türküde orada harp edenlerin acıları vardı, memleket hasretleri duyuluyordu.” dediği ezgide adı geçen isimsiz Mehmetler bu zaferin kazanılmasında el ele, gönül gönüle vermiş kahramanlardan sadece birkaçıdır.

 

Çanakkale hasım devletlerin boğaz boğaz, gırtlak gırtlağa geldiği, ülkenin geleceğinin, kaderinin masaya yatırıldığı bir kan gölü olduğu kadar yaralı düşmanına ilaç veren, yemeği paylaşan, sakacılarıyla düşmanın su ihtiyacını karşılayan, Avustralyalı John Simpson Kirkpatrick gibi eşeğiyle ambulans görevi yerine getiren düşmanlara el uzatılan bir centilmenler savaşıdır da. Anadolu insanının kahramanlığı bu cephede Çanakkale komutanlarından Cevat Çobanlı, Çanakkale Boğazı Mayın Grup Komutanı ve kılavuzu Hafız Nazmi Bey, Nusrat mayın gemisi kaptanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Bey, Yüzbaşı Ramazan Ağa, 57. Alay Komutanı Hüseyin Avni Bey gibi vatan evlatlarının askeri dehasıyla birleşince Çanakkale zafere ve bir destana dönüşür. Bu destan ayrıca “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum.” diyen bir komutanın dünya askeri tarihinde yerini alması kaçınılmaz olur ve  Limon Van Sanders gibi bir komutana “Bu tümenler birleştirilmeli ve başına yeni bir komutan atanmalıdır.” teklifinin ardından “Kim olmalıdır o komutan?” sorusuna güven ve kararlılıkla “Ben” cevabını verebilen, Alman General Sanders’in alaycı “Çok gelmez mi?“ yaklaşımına da “Az bile gelir.” cevabını verecek olan Mustafa Kemal gibi bir askeri deha ve strateji uzmanını hak ettiği yere taşır.

 

Çanakkale cephesinde hayatını kaybeden 57.084 Anadolu insanı yanında kaçak, kayıp, esir, yaralı, hastalarla birlikte toplam zayiat ise yaklaşık 250.000 civarındadır. toplam 1.560.000 hasta, firar, kayıp, esir verilen Birinci Dünya savaşı’nın 1915-1918 devresinde bu sayıdan kaçının tedavi edilerek birliklerine döndükleri, kaçının firar veya esir olduğu ise maalesef tam olarak tespit edilememiştir. Can alıp kan verilen topraklarda yaşanılan centilmenler savaşının ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği sözler ise büyük devlet geleneğine sahip asil Türk insanının da duygularını yansıtan cinstendir;

 

“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır...”

 

Prof. Dr. Ulvi KESER

Bu haber 2435 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    Ramazan bayramına doğru09 Nisan 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir