| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
MAZİDE YAŞADIKLARIMIZ24 Aral?k 2014, 23:44 MAZİDE YAŞADIKLARIMIZ İnsanoğlu çoğunlukla ömrünün baharında, bazıları ise biraz gecikerek de olsa. Bir yuva kurar. Yuvalarımız çocuklarımızla şenlenir. Onlar dallarımızdır. Dallarımızı güçlü yetiştirmek görevimizdir. Çünkü onlarda yeni dalcıklar vererek soy ağacımızı büyütürler. Güçlü dallar güçlü köklere dayanır. Geçmişi güçlü olanın geleceği güçlüdür. Yuvalarımızın neşesi çocukları büyütürken günümüz de teknolojinin verileri ile en güzel sağlıklı ve modern malzemelerle büyütüyoruz. Acaba hazır bez yokken, bunca çeşit malzemelerden mahrumken, ebe ve doktorlarımız bu kadar çok değilken, hamilelikten doğma, doğumdan ayakları yere basana kadar nasıl olurdu, neler yaşanırdı? Yeni evliler genelde erkeğin ailesiyle birlik de otururdu. Kendilerine ait kısıtlı eşyaları olurdu. Gelin hanımın hamileliği; şimdiki gibi hemen açıklanmaz, kutlanmaz, aylar sonra çevre tarafından bilinirdi. Hatta karnın da bebek altı aylık olana kadar. Ama bilinir bilinmez hemen gelin hanıma ayva yedirilirdi ki çocuk gamzeli olsun diye. Asla hamile hanıma ciğer elletilmezdi. Elini vücudunun herhangi bir yerine dokundurur da çocuğun o bölgesinde kara bir leke olur diye. Yüzünde veya vücudunun herhangi bir yerinde doğal olarak o kara lekeden olursa hemen annenin karaciğer bulaşıklı eli vücudunun orasına dokunduğu söylenirdi. Anne adayı gül koklayamazdı. Çocuğun herhangi bir yerinde gül rengi veya şekli olur diye. Çocuk için hazırlıklar tamamen evin kadınları tarafından yapılırdı. Yün işleri, kundaklar, zıbınlar, bezler, tülbentler, başlıklar dikilirdi. Hazır hiç bir şey alınmazdı, zaten yoktu. Genç hanım sancılandı mı? Kayın valide söz sahibidir, gelinin annesi ikinci plan da kalırdı. Mahallede doğum yaptıran, doğum konusunda ekâbir olan, mahallenin veya köyün bu konuda tutulan mahalle ebesi çağrılır. Zorda kalırsa doktora gidilirdi. Resmi ebelere rağbet edilmezdi. Sayısı da oldukça azdı. Çocuk doğar. Tuzlanır, ilk banyosu yaptırılır. Sıra gelir giydirilmeye: Göbek bezi denen bezle göbek bağlanılır. Giysileri giydirilir. Kundak bezi serilir, kolları yanlarına düzgünce uzatılır bacakları birbirine birleştirerek kundak bezine sarılır, kundak bağıyla sımsıkı bağlanır. Kolları bacakları düzgün olsun diye. Kulakları kalbur kulak olmasın diye çeneden tepeye doğru bağlanır alnı yumru olmasın diye çeki denilen sargı beziyle alnından başının arkasına bağlanır, başlık giydirilir, gözlerine, kaşlarına sürme çekilir. Gözer süslenir çocuk süslenir çocuk üzerine yatırılır. Çocuk güzel olsun diye. Gözer: eskiden zahire ( buğday arpa çavdar ) eleme eleği. Loğusa hanımın karnı çarşaf veya kuşakla sıkıca sarılır ki sonra göbekli olmasın diye. Başına al ‘kırmızı, bağlanır al basması denen rahatsızlık olmasın diye. Loğusaya: tereyağı kavrulur, üzerine şeker eritilmiş su konur, kaynatılır, hemen içirilir bu işlem doğum yapmış hanımı rahatlatsın diyedir. (şeker yerine balda konulabilir ) Ayrıca Nişastadan yapılan ‘palize’ denen bir tatlı da ılık ılık yedirilir ki içinin beresini alsın diye. Bazen bu tatlıları hazırlamak komşulara görev olurdu. Çocuk kundaklandıktan sonra kulağına ezan okunarak ismi konur. Ya bir de göbek işi var. Göbek nereye gömülecek? Okuması büyük adam olasını istiyorsak: okul, üniversite bahçesine, hoca veya dindar olmasını istersek: cami bahçesine gibi adetlerimiz vardı. Hatta günümüzde de bazı aileler bu âdeti sürdürmektedir. Kırk gün çocuğun kırkı çıkana kadar evden ateş verilmez, çocuğun çamaşırı dışarı serilmez, aynı gün doğum yapanlarla görüşülüp eşya, yiyecek, alış verişi yapılmaz. Kırk karışılacağına inanılır, bunun da çocuğa zarar vereceği sanılırdı. Bir de çocuklar kırk gün her gün banyo yaptırılırdı çünkü bu işlemin çocuğu çabuk büyüttüğüne geliştirdiğine inanılırdı. Banyo suyunun içine kırk taş konur, kırk gün kırk taşlı su ile yıkanırdı. Kırk gün sonra o taşlar; köklü bir ağacın dibine dökülürdü. Çocuk da büyüsün, uzun ömürlü olsun, çocukları olsun diye. Sıra gelir kırk uçurmaya: anne bebekle birlikte köklü, mutlu, dürüstlüğü ile tanınan, maddi durumu iyi bir aileye ziyarete gider. Bunun çocuğa uğur getireceğine inanırlardı. Ziyaret edilen aile çocuğa hediyeler verirdi. Akıllı olsun diye: yumurta, zengin olsun diye para. Aksakallı ihtiyar olsun diye: yüzüne un sürülürdü. Gelelim beşiğe: tahtadan yapılmış beşikler kullanılırdı. Kimi sade, kimi boyalı, süslü idi. Hatta yöreden yöreye değişen modelleri de vardır. Beşiğin içine içi tehnel yani defne veya murt dediğimiz, mersin de denilen hoş kokulu bitkilerin yaprakları kurutulur, ortası delikli şekilde dikilmiş bir torbaya konur. O torba beşiğin içine göredir. Tehnel ve murt(mersin) bitkisinin bir özelliği de böceklerin, mikropların yaklaşamadığı bir kokuya sahip olmaları. İçi bu yapraklarla doldurulan delikli mindere sazaklık denir. Sazaklığın üzerine pamuktan yapılmış yine delikli bir minder yapılıp konur. Bunların ortasındaki deliğe su kabağının başı minderlerin ve beşiğin deliğine uyacak şekilde kesilerek geçirilir. Bir de ketez denen yuvarlak, bezlerle sarılarak yapılmış bir parçadır. Deliklerin üzerine konur. Çocuk üzerine yatırılır. Sübek denen erkeğin, kızın ki yapılış bakımından farklı olan. Sübekler kargıdan yapılır. Sübek yerleştirilince; çocuk göğsünün ve bacaklarının üzerinden bağırtlak bağları ile bağlanır. Yalnız bebeğin dizlerinin üzerine diz minderi diye yine pamukla doldurulmuş küçük mindercik koyulur ki bağırtlak bağları acıtmasın diye. Beşik bu şekilde hazırlandıktan sonra beşik yorganı örtülür. Eğer bebek çok sancılı ise; çömleğinin (kabak başının)içine birazcık püse üzerine bir parça köz konarak çocuğun ısınması ve böylece gazının çıkması kolaylaştırılır. Daha sonraları çömlekler topraktan ve alüminyum gibi madenileri de yapılmıştır. Bunlar günümüz de artık kullanılmamaktadır. Fakat bizler bu usullerle büyüdük. Artık beşiklerin, salıncakların, çocuk karyolalarının envai çeşitleri yapılmıştır. Bir de eskiler belli bir yaşa kadar analarının kucağında büyümüşlerdir. Şimdi daha doğmadan çocuğun odası hazırlanmakta ve odasında yatırılmaktadır.
Beşiğin içerisine konulan delikli döşek Beşikler ayrıca nazar boncukları ile süslenirdi. Hem bebek o boncuklarla oynayarak yakalama ve tutma reflekslerini geliştirirlerdi. Ayrıca nazardan koruma adına çocuğun kulağının arkasına kara sürülürdü. Havanlar Bebekler ilk günlerin de sık sancılanırlar. Sancılarını gidermek için; eğil denen bir baharat dövülerek emzikle verilirdi. Şimdiki anason çayının yerine. Eğil o zamanlar dibekte veya havan denen ağaçtan yapılmış el dibeğinde dövülürdü. Tabi ki şimdiki gibi elektrikli dövücüler yoktu. GELENEKSEL BEŞİK SÜSLÜ BEŞİK Yine günümüzdeki gibi çeşitli mamalar da yoktu. Anne sütü yeterli gelmeyenlere takviye beslenmede çok uğraşı istiyordu, zahmetli idi. Pirinç yıkanır, kurutulur, dibeklerde un haline getirilip mama gibi sütle, suyla pişirilip çocuğa ek gıda olarak verilirdi. Kıyafetler de elde dikilirdi. Bebek olduğunu duyan hemen hemen her akraba, her tanıdık mutlaka kıyafet diker getirirdi. Her evde dikiş makinesi bulunurdu. Çünkü gelinlere çoğu kez dikiş makinesi alınırdı. Evin hanımı elbisesini, eşinin, çocuklarının giysilerini kendisi dikerdi. Makinesi olmayanlar el dikişi ile dikerlerdi. Yama yaparlardı. Şimdi yamalar süs için yapılıyor. Çocuğun adı genellikle dedesi tarafından konur. Oğlansa dedenin adı, kız ise babaannenin adı konur. Anneye babaya hiç söz verilmezdi. Anne baba ancak daha sonra çocukları olursa istediklerini koyabilirlerdi. Tarla da çalışan anneler bebeklerini sırtların da taşırlardı. Bağcak denilen, özel dokunuşu olan, bir iple sırtlarına yüklenirlerdi. Çocuk hem anneden uzak olmaz, üşümez, güvende olurdu. Bağcak Çocuğa dedenin adı koyuldu ise ‘dedecik’, babaannenin adı ise ‘ebecik’ olur ya ölmüş veya çok sevdiği ablasının adını koydular ise ‘abacık’, ölen veya sevdiği ağabeyin adı kondu ise ‘ağacık’, o yöre de sayılan, sevilen bir kadının adı koyulursa ‘kadıncık’ lakapları takılırdı. Bayan beyaz benizli ise ‘ak kadın, akkız’ sarışınsa ‘sarı kız’, hatta ‘Sarı Fatma’ rengine göre; ‘Kara Fadime’, ‘Kara Hüseyin’, ‘Çakır Aşşa’ (Ayşe), ‘Sarı Hüseyin’, ‘Sarı Oğlan’, ‘Kara Oğlan’ gibi. Boyuna posuna göre de isim takılırdı: ‘Bacaksız Hasan’, ‘Güdük Mehmet’ gibi. ‘Boylu Emmi’, ‘Höbül Ahmet’, palto giyerse ‘çullu’, üstü başı dağınık olursa ‘partal’ (Partal Aşşa)gibi, ince uzun delikanlılara ‘zıpkın gibi’ veya ‘fidan gibi’ delikanlı denirdi. Yaptığı hareketlerine, konuşmalarına göre de değerlendirmeler yapılır, isimler takılırdı. Heyecanlı olanlara ‘deli dolu’, insanları kandırıp maddi zarara uğratıp sonrada hiçbir şey olmamış gibi insan içine karışanlara ‘dalavereci’ denirdi. Hatta bir de söz vardır bunlar için ‘kork korkmazdan, utan utanmazdan’, diye. Hemen isim takılır: ‘Deli Ali’, Dalavereci Ahmet gibi. Toplum tarafından olumlu, ılımlı, kurallara uygun hareket edenlere: ‘ipek böceği gibi adam’, ‘aman o kişi ılık sularla içilir’, ‘efendi adam’, ‘ondan kötülük gelmez’ denilirdi. Şimdilik bu kadar sağlıcakla kalın. Fatma ÖZDENİZ ARALIK/2014 Bu haber 4226 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |