| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
OSMANLI DEVLETİNDE DİNİ HOŞGÖRÜ13 Mart 2012, 16:57
Günümüzde “hoşgörü” diye ifade edilen prensip ve anlayışa eskiden “müsamaha” deniyordu. Sözlüklerde bu kelime “görmezliğe gelme, aldırmama, bir kabahatlıya karşı şiddet göstermeyip geçivermek” şeklinde manalandırılmaktadır. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, XIV. asrın başlarında Selçuklu-Bizans sınırlarında ortaya çıkan küçük bir beylikti. Bu beylik, kuruluşundan kısa müddet sonra büyüyerek, tarihin akışını değiştirecek derecede kudretli bir devlet haline geldi. Yeni bir din ve kültürün taşıyıcısı olarak bölgeye, İslam-Türk damgasını vurmasının sebepleri üzerinde münakaşalar hala devam etmektedir. Tarihçiler, bunu henüz izah edilememiş bir mesele olarak görmektedirler. Bir beylik olarak ortaya çıkışından itibaren bünyesi ve şartların gerektirdiği değişiklikleri yapmaktan çekinmeyen Osmanlı Devleti, sağlam temeller üzerine bina edip geliştirdiği ve kemal mertebesine ulaştırdığı müesseseleri vasıtasıyla uzunca bir hükümranlık dönemi geçirme imkânını buldu. Devletin, hayatiyet sırlarını oluşturan ve onu, Anadolu’daki diğer beyliklere göre daha uzun ömürlü yapan unsurlardan biri de şüphesiz ki hoşgörü adını verdiğimiz anlayıştır. İslam, Müslümanları fethettikleri topraklarda yaşayan hiç kimsenin zorla dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest bırakır.. İşte böyle bir anlayıştan hareketle Osmanlılar, idareleri altında bulunan gayr-i müslim vatandaşlarının dini hak ve hürriyetlerini koruma hususunda titizlikle hareket ediyorlardı. Bu konuda arşiv belgeleri, Şer’iyye Sicilleri, Piskopos Mukataası Kalemi Defterleri, gayr-i müslim cemaatlara ait olan defterler ile her gayr-i müslim topluluğa ait müstakil defterler, Osmanlı devlet ve toplumunun bu konudaki hassasiyetlerine adeta şahitlik yapmaktadırlar. “Osman, bey ünvanını alıp, beyliğin başına geçtikten sonra ikametgahı olan Karacahisar’da her türlü işlere bakmak ve halk arasında meydana gelen davaları hafta sonu olan Cuma günlerinde karara bağlamak için, bir Molla (Kadı) seçti. Kayınbabası Edebali ve dost silah arkadaşı (kardeşi Gündüzalp, Turgutalp, Hasanalp, ve Aykutalp) ile istişare ettikten sonra, Şeyh Edebali’nin talebesi olan Karaman’lı Dursun Fakih’i imam olarak tayin etti. Pazarlarda din ve milliyet farkı gözetmeksizin düzeni koruma görevinin de ona verdi. Bir Cuma günü Germiyan Türk Beyi Alişir’in tebaasından bir Müslüman ile Bilecik Rum liderine bağlı bir Hıristiyan arasında çıkan kavgada Osman, Hıristiyan’ın lehine hüküm verdi. Bunun üzerine bütün ülkede, Ertuğrul’un oğlu Osman’ın hak ve adaletseverliğinden söz edilmeye başlandı. Bunun sonucunda da halk, Karacahisar pazarına daha çok gelmeye başladı.4 Osmanlıların, Müslüman olmayan vatandaşlarına karşı olan bu hoşgörü ve toleransla hareket etme anlayışı, devletin tarih sayfaları içindeki yerini almasına kadar hiçbir değişikliğe uğramadan devam etti. Hatta bu devletin duraklama ve gerilemesinde, Osmanlı toplumunun yüksek hoşgörüsünün de menfi tesirlerinin olduğu söylenmektedir. Kuruluş ve yükseliş devirlerinde tek devlet idaresine ve huzura kavuşan gayr-i müslimler, gittikçe çoğalmışlar, zenginleşmişler, tamamen hür bir şekilde dini yaşayışlarını, örf ve adetlerini sürdürmüşlerdir. Devlet tarafından cemaat işlerine asla müdahale edilmediği için onlar da din, dil ve milliyetlerini korumuşlardır.” Gerek arşiv belgelerinden, gerekse yerli ve yabancı diğer kaynaklardan anlaşıldığına göre Osmanlı Devleti ve onun asil unsuru olan Müslüman tebaası (vatandaşı), Müslüman olmayan tebaasının haklarına riayet ettiği gibi, bu hakların kullanılması esnasında ortaya çıkacak bir müdahale, ister bir Müslüman, isterse başka bir gayr-i müslimden gelsin fark etmiyordu. Bu konuda birçok belge ve kanunname maddesi bulunmaktadır. Bununla beraber konuyu daha fazla uzatmadan birkaç örnekle yetinmek istiyoruz. 7 Receb 972 (9 Şubat 1565) tarihini taşıyan, Rum Beylerbeyi ile Sivas ve Divriği kadılarına gönderilen bir hükümde, Divriği’ye bağlı bir Hıristiyan köyünden Mehmed ile Himmet adında Müslüman iki sipahinin zimmilere (devletin Müslüman olmayan vatandaşı) haksızlık ettikleri ve köylülerden fazla para aldıkları tespit edildiğinden, bu adamların ellerinden bir daha geri verilmemek şartıyla tımarlarının alınması ve zimmilerin haklarının istirdad edilmesi emrolunmaktadır. Bu hükümden anlaşıldığına göre, sipahilerin, Hıristiyan vatandaşlara yaptıkları haksızlık, anında ortadan kaldırıldığı gibi, kanun gereği kendilerine de bir daha tımar verilmemek üzere büyük bir ceza verilmiştir. Hıristiyan dünyada, değil başka dinden olanlar, aynı dini farklı mezheplerine bağlı olan insanların bile ölümden kurtulamadığı bir dönemde Osmanlı diyarında insanlar, ahenk ve barış içinde yaşıyorlardı. Nitekim yine Gibbons, bu konuya temasla: Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve Engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtığı bir devirde Osmanlılar, idareleri altında bulunan çeşitli dinlere bağlı kimseler barış ve ahenk içerisinde yaşatıyorlardı. Konuyu daha fazla uzatmadan şunu söyleyebiliriz ki, Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar Müslüman olmayan tebaasının inanç ve bunun gerektirdiği gibi, onların, bu haklarını daha rahat bir şekilde kullanmalarına zemin hazırlıyordu, vatandaşı olan herkesin can, mal ve namusunun güvenlikte olduğu açıkça belirtilmektedir. Bu haber 2534 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |