anamursedir-anamur dergi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Sponsor Alanı

Anamur SEDİR

Anamur SEDİR 1993-1994

   -Aralık   1993  1. Sayı
   -Ocak    1994  2. Sayı
   -Şubat   1994  3. Sayı
   -Mart     1994  4. Sayı
   -Mayıs   1994  5. Sayı

MAKİ DERGİSİ

MAKİ DERGİSİ-105

Saat

Ana Menü

Sponsor Alanı

 

Ziyaretçi Bilgileri

»Aktif 11  
»Bugün 789  
»Toplam 14023508  
Sayın Ziyaretçimiz
»IP'niz | 3.15.221.67
» Bu sitemizi ziyaretiniz

HAVA DURUMU

ANAMUR

LOKMAN (A.S)'IN OĞLUNA TAVSİYELERİ

Mehmet GÜMÜŞ

26 Ocak 2013, 09:10

Mehmet GÜMÜŞ

 

 (12.Ayet) Şanım hakkı için Lokman'a hikmet verdik. Lokman Hakîm'in (hekim) kim olduğu hakkındaki rivayetlerin özü, Ebus-Suud'un nakline göre şudur: "Lokman b. Bâurâ ki, Azer evladından olup, Eyyub (a.s.)ın kız kardeşinin veya teyzesinin oğludur. Uzun zaman yaşamış, Davud (a.s.)a yetişmiş ve ondan ilim almış ve onun peygamber oluşundan önce fetva da verirmiş. Sanat sahibiymiş. İsrailoğullarında kadılık ettiği de söylenmiş." Bazıları bunun bir peygamber olduğunu söylemişlerse de, çoğunluğun görüşüne göre peygamber değil, bir hakîm (bilge) idi.

Nitekim Allahü Teala:

 

           "Allah, hikmeti dilediğine verir. Her kime hikmet verilirse ona birçok hayır verilmiş olur."

 

            Hakîm (bilge) olan kimseye yakışan da ilim ve amel bakımından bunun şükrünü yerine getirmektir. Nitekim şöyle buyuruluyor: Lokman'a hikmeti verdik ki, şükret Allah'a diye. Bu şükrün ilmî yönü önce o hikmetin, Allah Teâlâ'nın bir vergisi olduğunu bilerek Allah'ı şirkten tenzih etmektir.

 

Amelî yönü de işlerinde takip ettiği gaye ve maksatlarında kendi heveslerini değil, Allah'ın rızasını gözetmektir. Ve her kim şükrederse sırf kendi lehine şükretmiş olur. Çünkü sonunda faydası kendine ait olur. Fakat kendine hikmet verilenler içinde nankörlük ederek küfre sapanlar da bulunduğuna işaret ile buyuruluyor ki:

Ve her kim de nankörlük ederse; o hikmeti Allah'tan bilmeyip de, ben yapıyorum, ben yaratıyorum diyerek şükretmez de suistimal ederse kendi aleyhine etmiş olur. Çünkü Allah ganidir, ihtiyacı yoktur, hem hamiddir, zatında övgüye layıktır. Hamiddir, hiç kimse övmese bile kendini övmesini bilir. Yahut mahmuddur, bütün yaratıklar O'na, kendi hal lisanlarıyla hamdederler.

 

           

            13.Ayet- Bu taksimden sonra Lokman'ın şükrünü nasıl yerine getirdiğine dair hikmet ve ahlaktan bir iki örnek anlatılarak buyuruluyor ki:

 

Ve hani, yani unutma, daima an o vakti ki, Lokman da oğluna dedi. O'na vaaz ediyordu; öğüt veriyordu.

 

Ragıb'ın el-Isfahani açıklamasına göre, vaaz, korkutmaya yakın bir sıkıştırmadır. İmam Halil ise kalbi inceltecek şekilde hayrı hatırlatmak demiştir ki, daha güzeldir.

 Oğulcuğum, yavrum dedi, Allah'a şirk koşma çünkü şirk, çok büyük bir zulümdür. Yahut and olsun ki şirk, çok büyük bir zulümdür.

Önce bir zulüm, bir haksızlıktır. Çünkü zulüm, bir şeyi yerinden başa bir yere koymaktı

 

Allah'ın hakkını, Allah'tan başkasına vermektir. Aynı zamanda "Andolsun ki biz Âdemoğullarını üstün bir şerefe nail kıldık.." (İsrâ, 17/70) âyetinin ifadesince Allah'ın şerefli kıldığı, şeref verdiği insan nefsini mahlûka ibadet ettirerek alçak ve zelil kılmaktır. İkinci olarak büyük bir zulümdür. Çünkü bu mabutluğu hiç yeri olmayan ve olmasına hiçbir şekilde imkan bulunmayan bir mevkiye koymaktır. Mesela Ahmed'in malını alıp da Mehmet'e vermek zulümdür. Şirk koşmak da mabudluğu/İlahlığı Allah'tan başkasına vermektir. Allah'tan başkasının ise mabud olmasına hiçbir şekilde cevaz ve imkan yoktur.

  

           16. Ayet- Yavrum / Kuzum (baba-evlat arasındaki ilişkinin nasıl olması gerekyiğini de Rabbimiz salık veriyor bize), gerçekten o yaptığın iyilik veya kötülük "Bir hardal tanesi kadar da olsa..." Yani ne kadar küçük ve gizli ve ne kadar yüksek veya alçak olursa olsun Allah onu getirir, ahirette karşına kor. Çünkü Allah latîftir. Allah’ın bilgisi çok keskindir; kudreti en ince, en gizli şeylere yetişir. İlmi ile hepsini bilir.

            Ayette 2 Anlam vardır;

        

           1-   Kim ne miktarda iyi ya da kötü eylemde bulunursa bulunsun, küçük ya da büyük kıyamet günü Allah, hepsini toplar ve tartıya koyar, kimseye zulmetmez.

        

            2-İnsanların hiçbir sözü veya fiili Allah’ın denetiminden kaçmaz. Ne kadar gizli yapılırsa yapılsın Allah mutlaka görür ve bilir, bu dünyada insanlardan saklayabiliriz ama Allahın denetim ve gözetiminden kaçıramayız.

Bundan dolayı İHSANI öneriyor Peygamberimiz bize. Yani Sen Allah’ı görmesen de her an Allah seni görüyor gibi yaşamak en akıllıca iştir. Bugünün diliyle otokontrol, yani kendi kendini kontrol etmek ve söyleyeceğim her söz, yapacağım her iş kayda alınıyor VE ALLAH bütün bunları kıyamet günü karşıma getirecektir düşüncesiyle yaşamayı öğretiyor LOKMAN AS oğluna.

           

         Aslında İHSAN, kalite demektir. Özü sözü bir insana Muhsin denir. Müslüman da kaliteli insan demektir esasında. Başkalarının arkasından dedikodu etmeyen, gizli kapaklı iş çevirmeyen, insanları aldatmayan şahsiyetli insanlar olmamızı istiyor Allah bizden…

            Hz. Ömer dönemindeki genç kız gibi..Geceleyin Medine’yi teftişe çıkmıştır Ömer..Bir evin avlusundan Anne-kızın konuşmalarına şahit olur.. Annesi, kızım biraz su kat şu süte.. kız itiraz eder..Ana ayıptır, haramdır, Ömer duyarsa mahçup eder bizi..ANASI: gecenin bu saatinde Ömerin nerden haberi olacak kızım karıştır sen süte biraz su.. KIZ: Ana! Belki Ömerin haberi olmaz, yetkililerden saklayabiliriz, insanları kandırabiliriz ama ALLAH’ı nasıl kandıracağız ana, O her şeyi görüyor ve biliyor…..

            İşte bu ihsanlı hayat anlayışını öneriyor Allah bize Lokmanın diliyle..Yaptığımız yanlışları devletin yetkililerinden veya halktan gizleyebiliriz Ama ALLAH’tan nasıl kaçıracağız. BİZ ONU GÖRMÜYORUZ AMA O bizi her an görüyor ve gözetliyor.

Poşetin veya kasanın altına çürük meyveleri, üzerine sağlamlarını koyarak halkı kandırabiliriz ama Allahı kandıramayız,

İş yapmadan iş yapıyormuş gibi görünerek mesaiyi doldurabilir, insanların gözünü boyayabiliriz ama haşa ALLAH’a yutturamayız.

İnsanların arkasından kuyularını kazar, türlü türlü dolaplar çevirebilir ve yüzlerine karşı da sırıtarak pişkinliğe vurabiliriz ama;

        

          Lokman Hakîm, oğluna nasihata vaaza devam ediyor

          

          17. Ayet- Yavrum, namazı devamlı kıl, kendini erdirmek için iyiliği emredip, kötülükten sakındır. Diğerlerini kemale erdirmek, toplumu doğruluğa götürmek için başına gelene de sabret. Yani iyliği emredip, kötülüğü yasaklamak kolay değildir. O yüzden başına birtakım musîbetlerin gelmesi düşünülür ki, onlara sabretmek gerekir.

 

Umeyr b. Habîb (r.a.) hazretleri oğullarına vasiyetinde demiştir ki: "Herhangi biriniz, iyiliği emredip kötülükten menetmek isterse, ondan önce işkenceye hazırlansın ve Allah'dan sevab geleceğine kesin kanaat edinsin. Çünkü her kimin Allah'dan sevaba kesin kanaati olursa dokunan eziyeti duymaz." Çünkü bu işlerin her birisi azmedilecek büyük işlerdendir.

 

Toplumun gelişmesi ve ilerlemesi için çaba sarfetmek kolay bir iş değildir. Pek çok yobaz ve menfaatperest dikilir karşına..iftira ederler..yalan söylerler..MEYVA VEREN AĞACI TAŞLARLAR.. onu için yeniliğe, ilerlemeye, güzelliklere talipsen eziyete de hazırlıklı ol….

 

Ama sen Namazını da aksatmadan toplumun ilerlemesi ve daha müreffeh bir hayata kavuşması için çalış-çabala ve bütün zorluklara göğüs ger..ALLAH doğru yolda sabredenlerle beraberdir…

 

Ancak bir uyarıda bulunuyor Rabbimiz, Lokmanın diliyle: Halkı doğrulara, Hakka ve hakikate çağırırken, yanlışlardan ve olumsuzluklardan korumaya çalışırken: KİBİRLENME

18. Ayet- Ve insanlara karşı avurdunu şişirme; avurt etme, yani böbürlenip kibirlenme. İnsanların arasında kibirli kibirli kasılarak çalım satarak yürüme.. Allah, kendini beğenen ve kendini durmadan övenleri hiç sevmez.

 

Müslümanlar söz medeniyetinin çocuklarıdır aslında. İslam'ın zirve vahyi olan Kur'an onlara sözün gücünü öğretmektedir. "İkra" demiştir ilkin, "Oku Rabbin adına!" demiştir. Vur Rabbin adına… Kır Rabbin adına… Yok et Rabbin adına… Tahrip et Rabbin adına… Tarümar et Rabbin adına…diye başlamamıştır Kur’an. OKU..

 

            Sesini yükseltenler buyurgan ve mütehakkim olmak isteyenlerdir. Zorbalığa ve zora niyetlenenlerdir. Sözleri etkili olmadığı için, dahası sözün gücüne inanmadıkları için, güçlü söz söylemekten aciz oldukları için, var güçlerini seslerine vermişlerdir. Sözün açığını, hatta sözün yokluğunu sesle bastırmaya kalkmışlardır.

 

             Ve bombaları icat etmişlerdir. Bombaların sesi daha yüksek çıkmaktadır çünkü. Her bomba sesin saltanatına bir katkıdır. Her ateşli silah sözün gücüne karşı sesin gücünü temsil eder. Barutu Doğu bulduğu halde, ateşli silahları Batı'nın icat etmesi bir tesadüf müdür? Tıpkı mikrobu Doğu keşfettiği halde, mikroptan silah yapmayı Batı'nın akıl ettiği gibi…

 

 Hayat, ölçülü ve dengeli olmakla anlamlı, kıvamlı, yararlı, hoş ve güzeldir. İnancında, amelinde, işinde, söz, fiil ve davranışlarında ölçüsüz ve dengesiz olan insan; anormal, başarısız ve mutsuzdur.

 

  Rabbimizin bize önerdiği altın formül: DENGE

İnsanlar ölçülü, dengeli, âdil ve mutedil olsunlar diye yüce Allah, kutsal kitap ile birlikte "mîzan"ı indirmiştir: 

 “Andolsun biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitap ve mîzanı indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler...” (Hadîd, 57/25).

 

"Mîzân" kelime olarak  ölçü ve denge / terazi ve tartı âleti demektir. “Mîzân” pratik hayatta, maddî varlıkları ölçmede, eksik ve fazlalığı önleyip hakkaniyeti ifade ederken; fert, âile ve toplum hayatında  ölçülü, dengeli ve adâletli olmayı temsil eder. Nitekim Rahman Sûresi’nde evrendeki dengeyi ifade etmek için “mîzân” kelimesi kullanıldığı gibi, maddî varlıklarda hakkaniyet ölçüsü olarak da “mîzân” kelimesi kullanılmıştır:

 

“…denge ve ölçüyü (mîzânı) O koydu ki, dengeden (mîzândan) sapmayasınız. Ölçüyü düzgün tutunuz ve eksik tartmayınız.” (55/7-9)

 

Ayetlerde evrenin nizamının denge ile sağlandığına dikkat çekilerek beşerî ilişkilerde de dengenin şart olduğu, bunun ise adaletle sağlanabileceği vurgulanmaktadır.

 

 

Yüce Allah, âleme bir denge koymuştur (Rahman, 55/7-8). Âlemdeki bu dengenin bozulması, kâinatın sonu demektir. Tabiat yasaları dediğimiz “sünnetüllâh", âlemin dengesidir. Güneşin, ayın, yıldız ve gezegenlerin yörüngelerinden saptıklarını, birbirlerine yaklaştıklarını veya uzaklaştıklarını  düşünün! Âlemde nizam diye bir şey kalır mı?  Hormonların dengesinin bozulduğunu, insanların dengesiz ve ölçüsüz büyüdüklerini, sürekli şişmanladıklarını düşünün! Hayat yaşanır ve çekilir mi? Yeryüzüne yağmurun dengesiz ve sürekli yağdığını veya hiç yağmadığını düşünün! Ne olur? Yeryüzü  ya susuzluktan kurur, kavrulur ya da sellere mahkum olur ve yeryüzü yaşanmaz hale gelir. Onun için yüce Allah, yeryüzüne belli bir ölçüde yağmur indirmektedir:

 

“O, gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. O yağmurlarla kurumuş ve çölleşmiş toprakları dirilttiğimiz gibi öldükten sonra sizi de dirilteceğiz.” (Zuhruf, 43/11) âyetleri bu gerçeği ifade etmektedir.

            Ama maalesef biz insanlar bu dengeyi de bozduk, Allahın kainatta kurduğu dengeyi kendi elimizle bozunca Allahın bize verdiği nimetlerin de dengesini bozmuş olduk.

 

 

Toplumda herkesin varlıklı ve zengin olduğunu düşünün! Zor ve meşakkatli işleri kim yapardı? İnsanlar birbirine hizmet ederler miydi? Onun için Allah insanlardan kimine az, kimine çok rızık vermektedir ki toplumda işler aksamasın, denge sağlansın:

 

“Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü, gerçekten O,  kullarından haberdardır ve onları görmektedir.” (İsra, 17/30);

 

 

“...Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için (çeşitli alanlarda) kimini kimine  derece derece üstün kıldık...” (Zuhruf, 43/32) 

 

 

            İnsan bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığı gibi hayatın sağlıklı olarak devamı da bir ölçü ve dengeye göre mümkündür. İnsanın kendisini sıcak ve soğuktan koruması, sıcak havalarda ince, soğuk havalarda kalın giysiler giymesi, böylece vücut sıcaklığını 36-37 derecede dengede tutması gerekir. Yemesine ve içmesine dikkat etmesi, midesini ne tıka basa doldurması ne de aç bırakması gerekir. Aksi takdirde vücudun dengesi bozulur ya çok şişman ya da çok zayıf olur. İnsanın; vücut, kalp, mide, göz, kulak ve diğer organlarında denge bozulunca hastalıklar ortaya çıkar. Mesela insan; tansiyonu 80/120; şekeri, 60-120 mg/dl arasında olursa sağlıklıdır. Bu dengenin bozulması, sağlık sorununu ortaya çıkarmaktadır: “…O’nun yanında her şey bir miktar iledir.” (Ra’d, 13/8) ve “Biz her şeyi bir ölçü ve dengeye göre yarattık.” (Kamer, 54/49) âyetleri bu gerçeğe işaret etmektedir.

 

              1. Konuşma, söyleşi, söylev, anlatım ve hitaplarda tabiî olmak, ne yüksek sesle bağırarak konuşup muhatapları rahatsız etmek, ne de anlaşılmayacak şekilde kısık bir sesle konuşup muhatapları duyma, dinleme ve anlama  sıkıntısına düşürmek, ölçülü ve dengeli olmak.

 

             Yüce Allah, konuşma ve hitaplarda bir edebi öğretmektedir. Bağırıp çağırmayı, yüksek sesle konuşarak insanları tahkir, tezyif ve rahatsız etmeyi yasaklamaktadır.

 

             Halbuki merkepleri yaratan ve insanların hizmetine sunan Allah’tır. İnsanlar, merkeplerin gücünden yararlanmaktadırlar. Kuşların ve horozların seslerinin ve ötüşlerinin güzelliğine, kulağa hoş gelmesine karşılık, hiç şüphesiz merkeplerin sesi/anırması  çirkindir; bundan insanlar hoşlanmazlar. Bu misal ile müminler bağırıp çağırarak konuşmaktan men edilmektedirler. Kavga, küslük, huzursuzluk ve geçimsizliklerin temelinde düşüncesiz, ölçüsüz ve dengesiz konuşma da vardır. Dil yarası, kılıç yarasından daha derin ve tedavisi daha zordur. Kılıç, ette yara açarken dil, gönülde yara açar. Bu sebeple ilginç bir benzetme ile konuşmalarda sesin biraz kısılması ve kırıcı olunmaması emredilmektedir.

 

              Yüce Allah konuşmada ölçülü ve dengeli olunmasını istediği gibi; Kur’ân okuma, zikir ve duada da ölçülü ve dengeli olunmasını istemektedir: “...Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma, ikisi ortası bir yol tut.” (İsra, 17/110); “Rabbinize yalvararak, saygı ve tevazu ile içinizden kısık bir sesle dua edin. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (A’raf, 7/55); “Rabbini içinden yalvararak, korkarak ve yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret ve gafillerden olma” (A’raf, 7/205) âyetleri bu gerçeği ifade etmektedir. Yüksek sesle dua etmek(5)  mekruh ve bidattir.(6)

 

             Yüksek sesle tekbir getiren ve dua edenleri duyan Peygamberimiz (s.a.s.); “Rabbiniz sağır değildir, kayıp da değildir, O aranızdadır…” (Tirmizî, Dua, 3. V, 437); “Siz sağıra da kayıp olana da dua etmiyorsunuz. Siz (size) yakın,  isteklere  cevap veren ve duanızı duyup kabul eden Allah’a  yalvarıyorsunuz.” (Ahmed, IV, 403); “Ey insanlar! Seslerinizi kısın. Çünkü siz sağır ve kayıp olana dua etmiyorsunuz. Siz duyan ve (size) yakın olana dua ediyorsunuz. O, sizinle beraberdir" (Müslim, Zikr, 44. III, 2076. bk. Buhârî, Deavat, 5. İbn Mâce, Dua, 15) buyurmuştur. Çünkü Allah, insanlar nerede olurlarsa olsunlar onlarla beraberdir (Hadîd, 57/5) ve onların dualarını işitir (İbrahim, 14/39) ve her söylediklerini duyar.

 

             2. Yürüyüşte Dengeli, Ölçülü, Tabiî ve Mutedil Olmak

 

Yürüyüşte dengeli olmak; ne hızlı ne de yavaş yürümektir. Peygamberimiz (s.a.s.); “Hızlı yürümek müminin zerafetini giderir” buyurmuş(8) , vakar ve sekînetle yürünmesini tavsiye etmiştir.(9)

 

          Fürkân Sûresi’nin 63. âyetinde vakar ve tevâzu ile yürüyen “Allah’ın kulları” övülmektedir:

 “Rahman’ın kulları yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir...”  Vakar ve tevâzu ile yürümek, ölçülü ve dengeli yürümektir.(11) 

 

 

“Yer yüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara erişemezsin.” (İsrâ, 17/37)

“Dâima kusur arayıp kınayan, koğuculuk ile yürüyen / söz taşıyan kimseye (uyma)” (Kalem, 68/11) âyetleri; “En şerlilerinizi size haber vereyim mi? (Onlar) koğuculuk / nemîme ile yürüyenlerdir” (Ahmed, III, 394) ve “Allah, kibirlenenleri sevmez” (Ahmed, V, 63)  hadisleri de, büyüklenerek yürümenin dînen yasak ve haram bir davranış olduğunu ifade etmektedir.

 

 

           Peygamberimiz (s.a.s.) zamanında motorlu taşıtlar yoktu. Teknolojinin gelişmesiyle, hava, deniz ve kara taşıtları üretilmiştir. Milletler, motorlu taşıtlar için trafik kuralları belirlemişlerdir. Sürücü, kaptan, pilot, makinist ve yayaların can güvenliği açısından bu kurallara uymaları gerekir. Şehir içi ve şehir dışında yolun durumuna göre hız limitleri farklı şekillerde belirlenmiştir. “Vaksıd fî meşyike” (yürüyüşünde mutedil ol) emri, sürücüler için de geçerlidir. Belirlenen hızdan fazla veya eksik hızla vasıta kullanmak trafik düzen, emniyet ve akışını ihlâl eder. Özellikle vasıtayı çok yavaş sürmek trafiğin akışını önlediği gibi, fazla sürat de kazalara sebep olur. Trafik kazaları binlerce can almakta, pek çok insanı sakat bırakmakta ve milyarlarca liralık servet zayiatına sebep olmaktadır. Bu itibarla  vasıta kullanımında ölçülü ve dengeli olmak, trafik kurallarına uymak da “yürüyüşünde mutedil ol” emrine dahildir.

 

 

Lokman’nın oğluna öğütlerini vaazını şöyle özetlemek mümkündür: "Yavrucuğum! Kulluğunu tam ve dosdoğru yap. İyiliği öner, kötülükten sakındır. Bu sırada başına gelen sıkıntılara da göğüs ger. Fakat bütün bunlar sebat ve kararlılık gerektiren işlerdendir.

 

Kasıntılık yapıp insanlara karşı böbürlenme ve yer yüzünde çalım satarak dolaşma! Zira unutma ki Allah kendini beğenmiş küstahı sevmez!

 

(Hayat) yürüyüşünde dengeli ol ve sesini yükseltme. Unutma ki seslerin en çirkini (sesi yükseldikçe çirkinleşen) eşeğin sesidir."

 

Hepimiz Lokman'ın çocuklarıyız unutmayalım.

Bu haber 2664 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
    Ramazan bayramına doğru09 Nisan 2024

Sponsor Alanı

Sponsor Alanı

 

ANKET

ANAMUR OKULLARINDA SERBEST KIYAFET UYGULANSIN MI?




Tüm Anketler

0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder.
RSS Kaynağı | Anasayfa | İletişim

(c)2012 Anamur Sedir