| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
DİN-DİNDAR01 May?s 2012, 13:29 Çok şükür, Müslüman Türkiye’de doğmuşuz ve dinimiz de “İslâm” olmuş. Dinî vecibeler, din kuralları, ibadetler doğumdan ölüme kadar bizimle birlikte... Dolayısıyla “din”i iyice öğrenmemiz lâzım. Aklımız ermeye başladığından itibaren ana-babamızdan, büyükannelerimizden bilgiler dimağımıza akmaya başladı. Adımızı ezberlemeden önce bazı sureleri ezberledik. İlkokuldayken, yaz aylarında “Kur’an Kursları”na gönderildik. Eski yazıyı öğrenmeye, İslâm’ı özümsemeye çalıştık. İyi birer Müslüman olabilmemiz için hocalarımız ellerinden geleni yaptı. x x x Evlenip çocuk sahibi olunca, aynı yoldan kendi çocuklarımız geçti. İlköğretimdeki çocuklarımıza eski yazıyı öğretmeye çalıştık. Yaz aylarında “subay lojmanları”nın yakınındaki Kur’an Kursu’na gönderdik. Onlar da dinini, diyanetini bilen, imân sahibi birer Müslüman olsun diye gayret ettik. x x x Yıllar, din bağlamında ahenk içinde akıp geçiyordu. Evet, hayatımızda dinin çok çok çok önemli bir yeri vardı. Fakat nihayet bir vicdan meselesiydi. Ne kimse “dindar” olma iddiasındaydı... Ne de kimsenin “dini”, “dindarlığı” sorgulanırdı. Bu ülke, 1996-97 yıllarında “dini politikaya alet ettiği” iddia edilen Erbakan iktidarını yaşadı. O dönemde bile nihayet din bir vicdan işiydi. İktidar tarafından kimsenin dindarlığının sorgulandığı falan yoktu. 28 Şubat’ta, Erbakan’a büyük haksızlık yapıldığı, şimdi daha iyi anlaşılıyor. x x x BUGÜN 2002 Kasım’ından beri ülkede, sürekli “din”e gönderme yapan, hemen her icraatında “dini ölçü aldığını” söyleyen bir iktidar var. Bu iktidar mensupları duraksız, her gün, her yerde, her fırsatta ne kadar “Müslüman”, ne kadar “dindar” olduklarını vurguluyor, “dinî akıdeleri ve kaideleri” öne çıkarıyor. x x x E, doğal olarak “dindar” olduğunu ve dine uygun davrandığını öne süren bir iktidarı sen de o yönden sorguluyorsun! İslamiyet’in emir ve yasaklarına ne denli uygun davranıyorlar diye... Bakıyoruz... Bakıyoruz... Bize doğduğumuz günden beri öğretilen, bizim Mukaddes Kitabımızda okuduğumuz emir ve yasaklara hiç de hassas olunmadığını görüyoruz. Misâl; Kur’an-ı Kerim, en fazla “cömertliği” emrediyor. Bu hükümetin işçiye, memura, emekliye “cömert” davrandığı söylenebilir mi? Sadece “asgarî ücret”in miktarına bakmak bile AKP iktidarının “cömertlik” hususunda sınıfta kaldığını görmeye yeter. Sonra, dinimiz “adalet”i emrediyor. Bu iktidarın bütün kesimlere “adil” davrandığını söylemek mümkün mü? Devletin kaynaklarını 75 milyona hakça dağıttığını iddia edebilir miyiz? Sonra, “dinde derinleşenler” öteden beri Amerika’yı “şerrin kaynağı” olarak görüyor ve onunla mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor. “Dindarım” diyen AKP ile Amerika’nın arasından ise su sızmıyor. Onu destekleyen medya Amerikan hayranı... Dün (30 Nisan), öğlen saatlerinde, TGRT Haber’e bir akademisyen çıkmış “Kargaşa arttıkça Suriyeliler Amerika’ya buyurun diyecek” beyanında bulunuyor, kanal da bu sözleri büyük puntolarla altyazı olarak veriyordu. Müslümanlık bu mudur? x x x İYİ İNSAN MI, DİNDAR İNSAN MI? Son birkaç aydır Başbakan’ın dilinden düşmüyor; “Dindar bir gençlik yetiştireceğiz”... Doğrusu, bu söyleme bendeniz de destek verdim. Hakikaten dindar nesillere ihtiyacımız var. Fakat sual şu: “Dindarlık”tan kastedilen ne? İslâmiyet’in emrettiği gibi mükemmel ahlâk sahibi kişiler mi, yoksa “ılımlı İslâm” sulandırmasıyla yozlaşmış, “kapitalist” düzene uygun, “aptesinde namazında” bir nesil mi? “Aptesinde namazında” ama her türlü yolsuzluğa “müsait” bir nesil mi? “Aptesinde namazında” ama misâl, kirasını aksatan, ev sahibini sinirden deli eden kiracılar mı? “Aptesinde namazında” ama kirasını tıkır tıkır ödediği halde, kiracının “depozitosu” üzerine yatan ev sahipleri mi? “Aptesinde namazında” ama ölçüsünden-tartısından emin olmadığımız esnaf mı? “Aptesinde namazında” ama yıllardır aynı apartmanda oturduğu halde hiç selamlaşmayan komşuluk “ilişkileri” mi? “Aptesinde namazında” ama yıllar yılı akrabayı ziyaret etmeyen “Müslüman”lar mı? “Aptesinde namazında” ama büyüğünü-küçüğünü bilmeyen, otobüste ihtiyarlara bile yer vermeyen bir gençlik mi? “Aptesinde namazında” ama “paranın kulu” olmuş bir nesil mi? “Aptesinde namazında” ama değil “alın teri kurumadan”, işçisinin hakkını hiç vermeyen, onu sömüren patronlar mı? “Aptesinde namazında” ama yalancı şahitlik yapan veya bildiğini mahkemede söylemeyen şahitler mi? “Aptesinde namazında” ama karısına şiddet uygulayan hatta öldüren “erkek”ler mi? “Aptesinde namazında” ama adaletle hizmet etmek yerine rüşvetle iş yapan devlet görevlileri mi? “Aptesinde namazında” ama emanetleri ehline değil de eşe-dosta peşkeş çeken idareciler mi? “Aptesinde namazında” ama verdiği sözü tutmayan, emanete hıyanet eden, yalan söyleyen “dindar”lar mı? “Aptesinde namazında” ama allah’a değil, “kula kulluk eden” kullar mı? “Aptesinde namazında” ama mütevazı olacağı yerde kibirle gezenler, diğer insanları hor görenler mi? Üzülerek gözlemliyoruz ki, “dindar” kavramının içi, gittikçe boşalıyor. Artık, “dindar” denilince aklımıza; üstün ahlâk sahibi, içi-dışı bir, kul hakkını bilen, dürüst “kaya gibi” Müslümanlar gelmiyor. Ne geliyor? İşte, bunların tersi geliyor. x x x Halbuki, “iyi insan” denilince akla, her bakımdan iyiliklerle dolu, elinden-dilinden-belinden herkesin emin olduğu, kötülüklere ve şerre karşı olan kişiler geliyor. Haddizatında, dinimizin olmasını emrettiği “Müslüman” kişi, “iyi insan” diye tarif ettiğimiz “fert” değil mi? “Dindar” deyince kafalar karışıyor... “İyi insan” deyince ise zihnimizde berrak, açık, net bir karakter beliriyor. Öyleyse, sürekli “din”e gönderme yapıp, “dindar” bir nesil yetiştirme iddiaları, her şeyden önce yüce dinimize zarar verecek söylemlerdir. Bu kadar büyük iddialarla karşımıza çıkanların bizim bildiğimiz dinî ölçülere göre mükemmel olmamaları sonucu, şöyle bir durum çıkıyor ortaya: Demek ki din, “dindarım” diyenin yorumuna göre şekil değiştirebiliyor. Bu kişi “önder” ise, onun yorumu kitlelerin benimsediği, benimsemek zorunda kaldığı “Müslümanlık” haline geliyor. O zaman... “Din”e inanç kalır mı? Dinin kutsallığı kalır mı? Yoksa maksat bu mudur? Dini mukaddesleri bitirmek. Gelecek kuşakların inanacağı hiçbir “değer” bırakmamak! İsmail Hakkı CENGİZ Bu haber 1950 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |