| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
KÜÇÜK HOCALI'NIN MASALI12 May?s 2019, 23:23 (Hikâye-Hekayə) KÜÇÜK HOCALI’NIN MASALI Dağlar, taşlar, meşeler, yamaçlar yağmur suyunda yıkanıyordu... Toprağı su yıkadıkça yeşil otlar, güller, çiçekler başını kaldırıp ışıklı dünyaya gülümsüyordu. Kuşların cıvıltısına kulak kabartılırdı. Yazın hoş ve sıcak nefesi dünyayı ısıtırdı. Her yer çürümüştü ve nem kokuyordu. Ağzına kadar su dolu olan ambarın yarısına kadar su seviyesi ulaşmış olmasına rağmen bir türlü bahar gelmiyordu. Sanki burada amansız bir kış hüküm sürüyordu: -Ana, üşüyorum... Soğuktan titreyip, sızlayıp duran oğlunu bağrına basıp: -Can, can, diyerek öksürdü. -Ana, sen hastasın ana, diyen çocuk korkudan ağlıyordu. -Ağlama oğlum, ağlama, ananın sesi titriyordu. Öksürdükçe ağzından gelen kanı oğlundan gizli gizli kirli bez parçasına siliyordu. Esir düştüğünde çocuğu çok küçüktü.. Onun ilk yürümek için adım atışlarını da bu nemli yarısı su dolu ambarda gördü, ilk sözlerini de burada duydu. Ermenilerin tekmeleri ile vurdukları sillelerle büyüyen oğluna Hocalı adını verdi. Oğlu Hocalı için dünya bu rutubet kokan, nemli soğuk ambardan ibaretti. Bütün gün boyunca iş yapmaktan yorgun düşen ana geceleri oğlunu bağrına basıp onlar için ulaşılmaz olan ışıklı dünyanın hallerini ve masallarını sözleri ile anlatırdı. Ermeniden yalvara yalvara defter, kalem alıp ona okumayı-yazmayı öğretiyordu... Her zaman anası: ”Oğlum, eninde sonunda mutlaka Allah’ın izniyle bizimkiler bizleri bu zulümlerden kurtaracaklar. Sen dua et, Allah’ı çağır, yerden senin bahtına ışıklı bir kapı açsın.. Seni kurtarsın...” diyerek oğluna ümit verirdi. Hocalı büyüdükce içindeki iman da onunla beraber büyüyüp bu küflü ambara ve dünyaya sığmıyırdu. Ermenilerin küçümseyici sözleri, verdikleri azaplara katlanarak kendi içinden: ”Bizimkiler bizi kurtarır, bizi gözlüyorlar, bizi hürriyetimize kavuşturacaklar.” diyerek kendi kendine fısıldıyordu. Hasta anasını incitmesinler ve ona zulüm yapmasınlar diye Hocalı bütün ağır işleri yapıyordu. Ana ise oğluna bakıp için için ağlayordu. Oğluna dövdüklerinde: “Dövmeyin, çocuğumu...“ diyerek Ermenilerin ayaklarına kapanıp yalvarırdı. Ananın yalvarışları Hocalı’yı üzüyordu. Akşamlar nemli ve küf kokulu bodruma geri döndüklerinde anasının kucağına girip: “Ana, onlara öyle yalvarma. Ben dövüldükce sertleşiyorum. Su verilmiş çelik gibi oluyorum. Ana, kurban olayım, biz kurtulacağız. Birtek dileğim var sakın sen ölme.” diyordu. Başını akan gözyaşlarını görmemesi için ters tarafa çeviren anasının yanaklarından süzülen yaş damlalarını kirli elleriyle siliyordu. Ananın hastalığı gün geçtikçe şiddetleniyordu. Hocalı Ermenilerin verdiği yemek payının çoğunu zorla anasına yedirdirdi. Meşe ormanına odun toplamaya gidince ağaçlardan topladığı meyveleri koynunda gizleyip anası için getirirdi. Kadının yürümeyə gücü olmadığından ambarın bir köşesine yarı ölü vaziyette uzanıp kalırdı. Hocalı anası ile göz göze geldiğinde anası ondan başını kaçırırıdı. Onun sararmış benzine bakıp için için ağlayordu. Anası bu gidişle oğlunu amansız düşmanın elinde koyup ölecekti. Soğuk sonbahar yağışı onu çof fena üşütürdü. Meşe ağacından yığdığı odunlara küreğine doldurup hızlı adımlarla getirirdi. Kendi kendine heyecanlanırdı. Anası aklından, fikrinden bir türlü çıkmıyordu. Birden anasının su istediğini duydu. O çok çabuk susuyordu. Çarçabuk odunları damın altına yığıp ambara ulaştı. Ama bu sefer yetişememişti. Gözleri doldu. Ermeniler anasının ölmüş bedenini ambardan sürüyerek çıkardılar. Hocalı anasının cansız bedeni karşısında diz üstü çöktü. Son defa yüzünden öptü. Hocalı ağlamıyordu... Ermeniler Hocalının işgal edilerek alınmasının yıldönümünde neşeyle kutlamalar yapıyorlardı. Yiyip içip eğleniyorlardı. İçki içip, naralar atıyorlardı. Ambarın kapısı açık kaldığından Hocalı etrafına göz attı, iyice süzdü. Kapıdan, çıkıp etrafa göz gezdirdi. Gece yarısını çoktan geçmişti. İçeriden sarhoş Ermenilerin uyku horultusu işitiliyordu. Hocalı vakit yitirmeden makinalardan çektiği petrolü Ermenilerin uyumakta olduğu binanın etrafına ve ciddi şekilde korudukları silah ve malzeme ambarına serpti. Bir hayli uzağa doğru petrolü dökerek ilerledi. Kibriti ateşledi... Bir anda her taraf alevlere teslim olmuştu. Hızlı bir şekilde meşe ormanın derinliğine doğru kaçtı. Hocalı’nın gözleri yükselen alevlerden kamaşmıştı. Gözlerini kamaşdıran alevlerin ışığı onu “bizimkilere “doğru yaklaştırıyordu. Hocalı esirlikden kaçtığı gün dayanmıştı sınıra ancak "bizimkiler" için hızlı bir şekilde ilerliyordu. Hocalı muhteşem şehrin azametli binalarına, sevimli sokaklarına, saraylarına, yollarına ve güzel giyimli, kayğısız görünen insanlarına, onların pahalı otomobillerle aşağı yukarı gidiş gelişlerine bakarak için için ağlıyordu. Hocalı ağlaya ağlaya sokaklarda dolaşıyordu. Etraf çeşitli reklamlarla bezenmişti. Hocalı bu şekillerin ve reklamların içinde dağılıp, talan edilmiş toprakların, viran edilmiş Türk ellerinin ismine rast gelmedi. kimse oradan bahsetmiyordu. Esirlikteyken ona öyle gelirdi ki, burada herkes onu ve anasını aramaktaydılar... Göz yaşları içinde sokakları dolaşan Hocalı’ya herkes şaşarak bakıyordu. Kışın tam ortasında bu genç çağında ayağı yalın, başı açık, eski paçavralar içinde olan çocuğa çokları dilenci sanarak bakıyorlardı. O, Hocalı kurbanlarının hatırasına adanmış ve yüceltilmiş abidenin önüne dayanarak hayretle bakıyordu etrafına... Kirli elleriyle sıvazladığı taş parçası ona anasını hatırlatırdı. Hocalı dudakları titreye titreye abideye: "Ana, bizimkiler bizi unutmuş...”diyordu. Etrafa toplananlar şaşkınlıkla ve hayretle: ”Çoçuk anıtı bozuyor, kirletiyor” diyerek polis çağırmışlardı. Hocalıyı zorla anıttan aralayıp götüren polis: ”Kimsin ve ne yapıyorsun?!”diye sert bir şekilde sorunca bir an ona öyle geldi ki kendini esirlikte, kampta, küflü, nem kokulu ambarda sandı. Etrafına toplaşan insanlara baktıkça göz yaşı kuruyordu. Hocalı birşeyler söylemek istiyordu, amma sesi çıkmıyordu. Aç, susuz, uykusuz, yalnızdı: ”Ben Hocalı’yam... Bizimkiler...” diyerek yere çöktü. Elleriyle göğsünü tutarak mırıldanıyordu. Her tarafa bembeyaz kar yağıyordu. Karın üstünde hareketsiz uzanan Hocalı’nın üstüne sanki göklerden nur eleniyordu. Hocalı’yı “bizimkilere“ kavuşturan ışık artık onun için bir mezara benziyordu... Helefbeyli Mensure ELDARKIZI Türkiye Türkçesine Uyumlayan: Çınar ARIKAN Bu haber 1962 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |