| |||||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Sponsor AlanıAnamur SEDİRAnamur SEDİR 1993-1994-Aralık 1993 1. Sayı-Ocak 1994 2. Sayı -Şubat 1994 3. Sayı -Mart 1994 4. Sayı -Mayıs 1994 5. Sayı SaatHİKÂYELERİmran AKSOY HikâyeleriAna MenüSponsor AlanıZiyaretçi Bilgileri
HAVA DURUMU |
UNUTAMADIKLARIM07 Mart 2018, 01:18 UNUTAMADIKLARIMIZ Dünya hayatımızda nice yakınlarımızı ebedi âleme yolcu ettik. Mutlulukların yanında acıları da yaşadık. Birçoğu bize bıraktıkları izleriyle yaşamaktadırlar. Aralıklarla hatırlanmakta ve yâd edilmektedirler. İnişlerin ve çıkışların karışımıyla yaşanılan bir hayatın geride bırakılanları tartışmasız çok önemlidir. Yılların derinliğinde sayısız imtihanlardan geçip başarılı, başarısız günleri yaşayıp arkada bıraktığımızı düşünürüz. Zorluklar vardır. Yaşanmış ve yaşanılmaktadır. Kendine has özellikleri olan, tespit ettiğiniz ve gördüğünüz duruş ve davranışı sadece ondadır, dediğiniz tanıdıklarınız vardır. Tanıma süreci tamamlandıktan sonra her şey rutin bir şekilde kendi seyrinde devam edecektir. Geriye yaşanılanlar ve kendine has oluşan gülümseme kalacaktır. Erhan İvgin’i, 2003 yılında bahara hazırlık yapan günlerde konur sokakta Kültür ajansta tanıdım. Bakü’deki TİKA program koordinatörlüğü görevimi tamamlamış Ankara’ya dönmüştüm. TİKA Akay caddesinde idi. Aradaki mesafe 150-200 metre olan ajansa telefon ettim. Tesadüf buya Hayrettin İvgin, Nail Tan ve İsa Kayacan birlikteler. Bu üç kadim dost, arkadaşla aynı anda tanış olmak nasip olmuştu. İlk defa bir araya gelmiştik ama ben bu üç kadim dostun çalışmalarını biliyor, isim olarak tanıyordum. Onlar da beni tanıyorlardı. Yıllarca tanışıyor, görüşüyor gibi başlayan tatlı sohbet uzun yılların dostluğunu da oluşturdu. Rahmetli olduğu son dakikalarına kadar kardeşi ve sırdaşı olduğum İsa Kayacan hocamı hatırladıkça halen yüreğimde bir sızı tüm tenimi teslim almaktadır. Yokluğunu hisseden ve onu çok özleyenlerden biri olduğumu ifade edebilirim. Hayrettin İvgin O gün bana Osman gardaş diye hitabetti. Ben ona ağabey dedim. Karşılıklı hitaplarımız aynen devam ediyor. Nail Tan bu dostların büyüğü, ağabeyi, vasfı, özelliği hiç değişmedi. Ajansın salon bölümünde bay bayan iki genç. İsim olarak beni biliyorlardı. Erhan İvgin ve büroda çalışan bayan tanışmak ve hoş geldin demek için yanımıza geldiler. Bu ikili daha sonra evlendiler, oğullarıyla da bu evliliği taçlandırdılar. Bu görüşmeden kısa bir süre sonra Tokat’a dönsem de dostlar aralarına beni de aldılar. Uluslararası Tokat Yeşilırmak Şiir Şölenleri başta olmak üzere birçok kültür etkinliklerinde bir araya geldik. Kültür Ajansın yayın hayatına girdiği ilk yıllardı. Yine 2014 yılında kardeş ülke Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de XI. Hazar Şiir Akşamları çalışmalarının yapıldığı günler. Tertip Komitesinde bende varım. Azerbaycan’daki günlerimde kaleme aldığım denemelerimi “Nicesen Yahşımısan…” adıyla kitaplaştırmak ve programda dağıtmak istiyorum. Kitabın adını programda ödül verdiğimiz Bahtiyar Vahapzade koyuyor. “Türk yazarına teşekkür” başlığıyla önsözünü de yazıyor. Süre çok az. Dizgi ve düzenlemesi yapılması gerek. Ajansın dizgi ve grafik işlerini Erhan İvgin yapıyor. İşte, ilk temasımız. Birlikte çalıştığımız kitap on gün içinde matbaaya gidecek hale geliyor, Kültür Ajans yayınlarının 9. Kitabı olarak yayımlanarak programa da yetişiyor. 1999 yılında Ocak- Şubat sayısı ile yayına başlayan benimde genel yayın yönetmeni olduğum fakat yurt dışı görevim süresinde yayını durdurulan Tokat Kümbet dergisinin yeniden yayına başlamasını değerlendirdiğimiz günler. 2014 yılına kadar genel yayın yönetmeni olarak görev yaptığım “Bizim Kümbet ve Kümbet altında” eğitim-kültür-sanat ve edebiyat dergilerini Kültür Ajans’tan çıkarıyoruz. Dergi ve kitap çalışmaları olanlar işin önemini ve zorluğunu da bilirler. Uzun yıllar birlikte çalıştık. Görüşmeleri Hayrettin Bey ile yapsak da iş ve işlemleri Erhan’la yapıyorduk. İlerleyen yıllar bizi aynı hastalığın verdiği acıların, sancıların, çekilmezlerin, umutların umutsuzluğuyla tanıştırdı. 2007-2008 yıllarında eşim kanser hastalığıyla mücadele ederken son nefesine kadar yanında ben bulundum. Maddi ve manevi zorlukların yanında bayan bir hastaya erkek refakatçinin zor anlarını bilirim. Bu hastalığı en iyi bilenlerdenim. Kemoterapi, ışın vs. hatırlamak, yazmak dahi istemediğim sancılı, ağrılı günler ve geceler. Erhan’ın kanser rahatsızlığının olduğunu öğrendiğim gün hiçbir şey soramadım. Hastane günlerinde, ameliyatında, evde dinlendiği günlerden sonra yaşadıklarını hiç sormadım, soramadım. Sadece iyi olduğunu ve tedavi süreceğinde olumlu sonuç alacağını, kanseri mutlaka yeneceğini söyledim. Hatta rutin sohbetler yaparak güncel hayata çekmeye çalışıyor, gülümsemesini ve yarınlara ait projelerle meşgul olması ile ilgili sohbetler yaptım. Zekiydi. İşleriyle ilgili ne yapacağını bilirdi. Uzmandı. Edebiyat dünyasında emin adımlarla babasının da çok önemli desteği ve katkılarıyla ilerliyordu. Kısa sürede yüzlerce kitap ve üç dergi yayımladı. Akademik dergilerin yanında yazı işleri ve genel yayın yönetmeni olduğu Kültür Çağlayanı dergisi ile süreli yayınlarda ilgili çevrelerde tanındı ve kabul gördü. Onu akşamları Hamamönü Kültür Etkinlikleri program afişi ve teşekkür belgeleri için arardım. Hazır olduğu ve istekli olduğu anlarda mükemmel çalışmalar yapardı. Başka yayınevleriyle ya da farklı çalışmalarda dahi onu arar görüşlerini alırdım. İlk görüşmemiz de konuyu açar aramamdan dolayı memnuniyetini ifade ederdi. *** Tedavi süresince Hayrettin ağabeye uğrar ya da telefonla bilgi alırdım. Yaşadığı süreçleri biliyor ve dua ediyordum. Son günlerinde yoğun bakım süreleri uzadı, uzamanın anlamı açıktı. Misafirdi. İnsan hayatının zorluğu ve sevdiklerinin bir anda uçmağa varmasıydı. Ellerinizle toprağa, ebedi yerine bırakıyorsun. Ölüm bir gerçek ve biz onu hemen her gün yaşıyoruz. Duyuyoruz. Katılıyoruz ve dahi yanıyoruz. Baki âleme gitmek mi, yolcu etmek mi? Sanırım dünya hayatını yaşamak kolay değil. Gözlerimizi ilk açtığımızda ağladığımızı biliyoruz. Nefes almak dünyaya merhaba demektir. Göçtüğümüzde de dönüş olmayan yolculuğun başladığıdır. Dünyaya ilk temasımızda ağlama mecburiyetiyle gözlerimizi açtık. Ölüm ve sonrasını bilmiyoruz. Ağlayanımız olacak mıdır? Aramızdan ayrılan unutamadıklarımız vardır. Daha rahatsızlığı öğrenildiği, tedaviye başladığı andan itibaren sonucu bildiğimiz halde son nefese kadar yaşatmak için elimizden geleni ve gelmeyeni yaptığımızdan emin olduklarımız. Çağın en acımasız hastalığı kansere teslim olmamak için hem hastanın kendisi hem de hasta sahibi olarak dik olmak, diri olmak hatta umudu kaybetmemek mecburiyetini biliriz. Biliriz de elimizde, önümüzde gün be gün kayacağını izleriz. Dünya hayatının uzunu, kısası ne ola ki, gidecek olduktan sonra. “İnsan başına dert gelir, ilaç çare etmez de ölüm gelir.” denmiştir. “Kendini bırakma oğul… Solma, soldurma. Aha bu çorbamı pişiren, suyumu veren koca karıdan başka hepsi gittiler. Bir bir elimden uçtular. Üzerlerine ellerimle toprak örttüm. Akşam güneşin kaybolduğuna kanma, sabaha yine gelecektir.” Sözün bittiği anlarda hep yanımda oldun Hüseyin dede. Hep sana koştum. Bir çay içimlikten öte nice şeyler paylaştık. Bir selam verişlik sana geldim. Biliyor musun sana gelirken ne kadar ağladım. Gözyaşı döktüm. Sen bilmiyorsun sana göstermedim. Gösteremedim. Sen kuruyan gözlerimi ve titrediğimi gördün.” Derdin dertle bütünleştiği hayatların dayanılmaz anlarında olgun olmak ne zordur. Herkes kaderine koşuyor. Yaşıyor. Uzun ömür ile kısa ömür arasında farkı ilerleyen yıllarda değerlendirme dahi yapmayacağımızı biliyorum. Yaşamayanlar için uzun ya da kısa hayatın var mıdır? Kelkit kıyısında yalnızlığımı senle paylaştım Hüseyin dede. Tokat-Ankara hattında geçen ayların tüm yorgunluğunu ve ıslanışını Kelkit’e verdim. Dünya hayatında canlıların farklı ömürleri vardır. Dağların, ırmakların, yıldızların, ağaçların, hayvanların hayatını incelediğimizde her şeye hazır olmanın gerekliliğini görmekteyiz. Dünyaya nasıl geldik, hayata gelirken bilmediğimiz, hissetmediğimizi ya da habersizliğimizi ölürken haberli ve heybemizdekileri biliyoruz. *** Konur sokak, 66/ 7 adresindeki Kültür Ajans’ta misafir bekliyoruz. O günlerde Sheraton Ankara otel, kongre merkezinde 13-16 Kasım 2017 düzenlenen Türk Dili Konuşan Ülkeler Kurultayı katılımcılarının birçoğu tanıdık olduğu açılış günü programa katılıyorum. Görüştüğümüz birkaç dostum Erhan’ın rahatsızlığını duymuşlar. Hayretin beye uğramayı düşündüklerini ifadeleri üzerine Özbekistan’dan katılan Yard. Doç. Dr. Tahir Kahhar ile ziyaret programını yapıyoruz. 14 Kasım 2017 Salı günü misafirleri bekliyorken Hayrettin Beyin telefonu çalıyor. Son günlerde Ankara Tıp Fakültesi yoğun bakım bölümde tedavi gören oğlu Erhan İvgin ile ilgili. Konuşmasından anlıyoruz ki hasta ile ilgili verilen bilgiler ses tonu ve hareketleri değiştiriyor. Telefon görüşmesi biter bitmez, “misafirlerle siz ilgilenin. Acilen hastaneye gediyorum. Erhan’ın kalbi durmuş. Doktorlar başında kalp masaj yapıyorlarmış.” Kısa bir süre sonra misafirlerimiz geldi. Aslın da Erhan İvgin’in rahatsızlığını da biliyorlardı. Nezaket ve geçmiş olsun dileklerini iletmek istiyorlardı. Nail Tan Bey son durum hakkında bilgi verdi. Sohbet ve bilgi veriş devam ederken telefonum çalıyor. Arayan Hayrettin Bey zor konuşuyor. Biliyorum ki ses tonu ile gözyaşları bütünleşmiş. Yan odaya geçiyorum. “Osman gardaş Erhan’ı kaybettim.”sözün bittiği ve zamanın donduğu anları yaşıyorum. “İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci’un” “Şüphesiz biz Allah’tan geldik ve şüphesiz dönüşümüz O’nadır.” Odaya geçiyor, durumu açıklıyor ve hastaneye geçmem için müsaade alıyorum. Cenaze ile ilgili iş ve işlemleri çok iyi biliyorum. Babam, Hacer annem, en son eşim ve onlarca eş dost ve akrabalarım hastaneden alıp defnettim. Zamanın ve duyguların morg koridorlarında sefere çıktığı dakikalar. İzahı ve dozu sadece yaşayanlar tarafından anlatılabilen, yazılabilen anlardayım. Kelimelerin yok olduğu, ateşin alevlenip gökyüzüne doğru uçmağa vardığı dünyalık hüznün ve acının vaktindeyim. Bir gecelik misafir olarak hastane morguna bırakıyor, Erhan kardeşimi sabah almak üzere ayrılıyoruz. *** Akşamın ve gecenin kendi halini yaklaşık 15 yıldır tanıdığım, yayın hayatınım unutulmazlarına birlikte yön verdiğimiz, çıkardığımız bir dost olarak daima yaşayacaksın. Bizim Kümbet, Kjümbet altında dergilerini 2014 yılına kadar birlikte çıkardığımız günler ve sen asla unutulmayacaksın. O günler TİKA Akay caddesinde, Konur sokağa çok yakın. Rahmetli İsa Kayacan, Nail Tan ve Hayrettin İvgin bir üçlü olarak Türk Dünyası ile ilgileri ve akademik çalışmaları benim ufkumla örtüşüyor. Fırsat buldukça bir araya geliyoruz. Erhan bu ailenin genç delikanlısı idi. Yayın ile ilgili hemen tüm bilgi ve birikimlerini bizimle paylaşırdı. Bir yılı artık teşhis ve tedavi sürecinde bir kez olsun rahatsızlığının safhasını, kitlelerin nerede olduğunu, Kemoterapi ve ışın alışlarındaki gelişmelerle ilgili hiç sohbet etmedik. Sormadım, soramadım. Bir ara beyindeki tümör alındı. Hastane ve evde uzun süre dinlendi. Ajansta görüştüğümüzde sadece “geçmiş olsun. Çok iyisin.” Diyebildim. Sonra normal sohbet etmeye başlardık. Kanser illetini çok yakinen bilenlerdenim. Hastanın gün gün, gram gram eridiğini izler tüm safhalarını yaşarsınız. Kanser hastalarının tedavi süresince yaşadıkları ebedi hayatlarına artı olarak yansıyacaktır diye düşünüyorum. Uçmağa vardı gün Karşıyaka mezarlığında baba dostları, kendi dostları, arkadaşları, aile yakınları oradaydı. Ben oradaydım. Ufukların ötesinden gülümseyen dualara ortak olan yüreğim toprağa olan dostluğumun o anki sancı ve burukluğu ile namaz ve duamı tamamlıyorum. Seni ebedi istirahatına el verip bırakanlardan biri de bendim. Toprağın bol olsun. Allah rahmet eylesin. Mekânın Cennet olsun. Osman BAŞ 23.02.2018 /Ankara Bu haber 1192 defa okunmuştur.
|
Sponsor AlanıSANATIN İÇİNDEN ;Sponsor Alanı |
|||||||||||||||
0cak - 2012 / Her Hakkı Saklıdır / Kaynak gösterilip, sitemizin ilgili sayfasına link verilerek alıntı yapılabilir.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir-Site ticari olmayıp, kütüre hizmet eder. |