YARGI...


Açıklama:
Kategori: KÖŞE YAZILARI
Eklenme Tarihi: 14 Temmuz 2012
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 09:33
Site: anamursedir-anamur dergi
URL: http://www.anamursedir.com/yazar.asp?yaziID=596


CUMARTESİ SOHBETLERİ

 

                                 YARGI...

 

Son yıllarda gündemi meşgul eden konuların en başında yargı geliyor.

 

Yargı denince ilk akla gelen de Yargıçlar...

 

Ergenekon davaları, Balyoz davaları, 27 Mayıs 1960 ihtilâlini yapanların yargılanması,12 Eylülcülerin, Postmodern darbecilerin yargılanması, sporda şike yapanların yargılanması, çek ve senet mafyalarının yargılanması, adi suçluların yargılanması...

 

Medya'da bu konularla ilgili manşetler, sürmanşetler...

 

Eşini, çocuğunu, arkadaşını öldürenden tutun da, ülkeyi bölmek, parçalamak isteyen teröristlerin yargılanmasına kadar her türlü davalar yargıçlarımızın önüne geliyor...

 

Bağımsız yargı, Bağımsız yargıç...

 

Her kesimden insanlarımızın istediği de bu; Bağımsız mahkemeler, bağımsız, tarafsız hakimler...

 

Günümüzün yargı ve yargıç örnekleri hepimizce biliniyor...

 

Mutlu azınlık bir kesim devamlı tenkit etse de Yargıçlarımız; Hakimlerimiz, savcılarımız görevlerini üstün bir başarıyla sürdürüyor...

 

Tertemiz, pırıl-pırıl Vatan evlatları...

 

Bugünkü Anamur Sedir'in Cumartesi Sohbetinde Osmanlılarda bir yargı örneğini sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Yargı örneğine geçmeden önce günümüzdeki yargılamalarla, yargıçları mukayese etmek adına Osmanlılarda Yargı ve Yargıçlar hakkında bilgi vermek istiyorum:

 

Osmanlı Devletinde yargı denince akla ilk önce Hakim’ler gelirdi.

 

Yargılama görevini yürüten asıl memurlara da Hakim denirdi.

 

Hakim’in her yönüyle güvenilir olması, görevini yaparken maddi ve manevi baskılardan uzak olması gerekirdi.

 

Yargılamada ikinci derecede görev alan kişilerin başında Naib’ler gelirdi.

 

Sözlükte Naib; Bir kişinin yerini tutan ve yokluğunda işlerini yürüten kimse anlamına gelir.

 

Naib’ler; Hakim’in yerine görev yapan kimselerdi.

 

Osmanlılarda bir de Toplu Hakim Sistemi vardı; Kazaskerler, Kassâm-ı umûmî, İstanbul kadısı, yardımcısı, Mekke ve Medine kadıları ve müşavirler bu sistemin içerisindeydi.

 

Osmanlıların adaleti o kadar güçlü idi ki; bütün Hıristiyanlar o dönemlerde Osmanlıların egemenliği altına girebilmek için adeta birbirleriyle yarış etmişlerdi.

 

Bir örnek vermek gerekirse; Ukrayna’da yaşayan Normanlar Rusların baskısından o kadar bıkmışlardı ki kiliselerinin defterine şöyle yazmışlardı: "Ya Rabbi. Osmanlı’nın gücünü kuvvetini artır ki, gelip bizi de kurtarsın... Bize din hürriyeti versin... Can ve mal emniyetimizi sağlasın. Amîn..."

 

Normanlar; 1800 yıllarında Rus zulmünden Amerika’ya kaçmışlar ve yanlarında bu kilise defterini de götürmüşlerdi.

 

Bu gün bu defter adı geçen sayfa açılmış olarak Amerika’nın Utan bölgesindeki bir Norman kilisesinde teşhir edilmektedir.

 

"Yargı" örneğine geçmeden önce bu yargılamayı yapan, yargılanacak olan Padişah Fatih Sultan Mehmet’i mahkemeye çağıran “İstanbul Kadısı" hakkında da bilgi verelim.

 

Bu "Kadı" nın adı Hızır Çelebi’ydi.

 

Hızır Çelebi;1407 senesinde doğmuş 1453 senesinde İstanbul’da vefat etmişti.

 

Ülkenin ünlü alimlerindendi.

 

Fatih Sultan Mehmet’in padişahlığının ilk yıllarında Arabistan’dan gelen bir âlimin ilim ve fen konusunda sorduğu sorulara cevap veremeyen âlimlere kızan Fatih: "Ülkemde bu adama cevap verecek bir ilim adamımız yok mudur?" diye kükremiş kendisine o dönemde Sivrihisar medresesinde görev yapan Hızır Çelebi tavsiye edilmişti.

 

Hızır Çelebi’nin Arabistan’dan gelen ilim adamına verdiği mantıklı cevaplar ve Hızır Çelebi’nin sorduğu sorulara âlimin cevap veremeyişi Fatih’in çok hoşuna gitmiş ve kendisini İstanbul’un Fethinden sonra İstanbul Kadısı ve Belediye Başkanı yapmıştı.

 

Hızır Çelebi, İstanbul Kadısı ve Belediye Başkanı olarak göreve başladıktan bir müddet sonra bir Hıristiyan mimar gelmiş ve Fatih Sultan Mehmet’ten şikâyetçi olduğunu söylemişti.

 

Şikâyetin konusu şuydu: Fatih Sultan Mehmet Han Ayasofya’dan daha yüksek kubbeye ve daha üstün mimari hususiyetlere sahip bir cami yaptırmak istemiş, Hıristiyan mimar inşaatın yapımını üslenmişti.

 

Ancak, Hıristiyan oluşu nedeniyle Ayasofya’dan daha yüksek kubbesi olan bir cami yapmak istememiş ve Mısır’dan getirilen mermer sütunların uçlarını kestirmişti.

 

Fatih sütunların kasıtlı olarak kestirildiğini öğrenince çok kızmış ve mimarın elinin kesilmesini emretmişti.

 

Eli kesilen mimar Osmanlı’nın adaletini ölçmek için devrin "Kadı", "Hakim"i olan Hızır Çelebi’ye müracaat ederek şikayette bulunmuştu.

 

Hızır Çelebi olayı incelemiş ve şahitlerle birlikte Fatih Sultan Mehmet’i mahkemeye celp etmişti.

Fatih başköşeye oturmak için yönelmiş fakat Hızır Çelebi: "Oturma Begüm!..." hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzurunda ayakta dur" demişti.

 

Fatih’i ayakta bekletmişti.

 

Mahkeme sonunda Hıristiyan Mimar haklı bulunmuş ve Fatih’in elinin kesilmesine karar verilmişti.

 

Hıristiyan mimar bu adil karar karşısında gözyaşlarını tutamamış, şahadet getirerek Müslüman olmuştu.

 

Fatih Sultan Mehmet Han da ölünceye kadar mimarın iki çocuğu ve hanımıyla birlikte bütün maişetini şahsi servetinden vererek rahat yaşamasını sağlamıştı.

 

Mimar, hanımı ve çocuklarıyla birlikte İslamiyet’in yayılması için ölünceye kadar gayret etmişti.

 

Birkaç gün sonra Hızır Çelebi’yi ziyarete giden Fatih kılıcını göstererek: "Eğer bana bir suçlu gibi değil de bir Padişah gibi muamele etseydin seni şu kılıcımla parçalardım’’ demişti.

 

Hızır Çelebi de paltosunun İki eteğinin altındaki 2 adet aslanı göstererek: " Eğer padişahlığına güvenip, dinin emri olan hükmüne karşı gelseydin seni bu aslanlara parçalatacaktım" demişti.

 

İşte Osmanlı’dan bir yargı örneği...

 

Ergenekon davalarını, Balyoz davalarını, terör davalarını yürüten savcı ve hakimlerimize kolaylıklar diliyoruz. Adaleti elden bırakmasınlar…

 

Hoşça kalınız.

 

Gazi MERT