ÜÇ FOTOĞRAFIN HİKÂYESİ ve BİR ARA


Açıklama:
Kategori: KÖŞE YAZILARI
Eklenme Tarihi: 28 Ekim 2018
Geçerli Tarih: 28 Mart 2024, 14:02
Site: anamursedir-anamur dergi
URL: http://www.anamursedir.com/yazar.asp?yaziID=3764


ÜÇ FOTOĞRAFIN HİKÂYESİ ve BİR ARA…

 


Eski bir Burdur türkümüzdür: .

“On ikidir şu Burdur’un dermeni,

 Dermencisi Urum değil Ermeni”

Çalışkan, üretkendiler. Soyadlarından belliydi.  “Bakırcıyan”, “Demirciyan”, “Terziyan” v.b. İç içe, yan yanaydık bir zamanlar. Yabancı eller girdiler araya.  Karşımızda bulduk bir kısmını onların zor zamanımızda. İşgal kuvvetlerinin üniformaları içinde.  İngiliz bayraklarıyla Sarayburnu’nda namluları Topkapı’ya çevrili donanmasını alkışlarlarken. Bozuldu o büyü. Yediği çanağa tükürmeyeni de oldu tabi.  Ara Güler onlardandı. Sanatını konuşturdu, fotoğrafını ortaya koymaya çalıştı gerçeğin. Açı gerektiriyordu gerçeğin fotoğrafı. Onu başardı. Efsanesi oldu o işin. Dünyayı dolaştı ama sabit  ucu hep Anadolu oldu o pergelin. O Anadolu’yu tanıdı dünya da onu.  Bizden biriydi. Türk milletinin parçasıydı.  Büyük hikâyeleri olan milletiz diyordu  İstanbul aşığı, Sinan aşığı Sinan hayranıydı. Gönül gözüyle resmetti  erime kabı olmuş bu toprakları. Ölümsüz karelerde dondurdu hayatı, not düştü tarihe.

Fotoğraf sanatını onun kadar belleklere kazıyan görülmedi. Bir konuşmasında şunu demişti “En iyi marka makinesi olan, en iyi fotoğrafı çekseydi, en iyi daktilosu olan en iyi yazıyı yazardı”. “Fotoğraf değil, ıstırap çekiyor bizimkiler”  diye de eklemişti. Fazlasıyla hakkını verdi işinin. Hak ettiği değeri de gördü.

 Benim fotoğrafçı karşısına ilk oturuş nedenim ilkokul diplomasına yapıştırılacak vesikalık içinidir.  Öğretmen olana kadar da makinem olmadı. Olduktan sonra birkaçı geçti elimden. Günümüzde akıllı telefonların işi artık o. Telefonun aklıyla ne kadar oluyorsa.

Kızılay’da Zafer çarşısında yıllar evvel sergisini gezmiştim. o zaman duymuştum Ara GÜLER ismini. “El yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu değirmen taşı sanırmış.” O zaman anlamıştım bu işin sanat olduğunu.  Kursuna gitsem, öğrensem incelikleri diye içimden geçirsem de temenniden öte geçememiştir o ne yazık ki. Nelere mal olmuştur bakın o ihmal anlatıyım birkaçını. 

            “Türk Şiveleri ve Rusça Kursu” TÜŞKUR tamamlanmış sıra kardeş Cumhuriyetlere geziye gelmişti. Pasaportlarımız hazırdı. Gürcistan-Azerbaycan üzerinden karayolu ile  Gök Hazar’dan Türkistan’a geçecektik. Heyecan doluyduk.  Bir ilk olacaktı. “İpek Yolu” belgeselinin çekildiği yerleri görecektik. Japon marka makinesi vardı din görevlisi bir arkadaşın.  Onu almıştım yanıma. İzin almış yola  çıkmış olsak da izin vermemişti  Rus elçiliği. Planlanan sürede geçememiştik sınırı. Karadeniz’de, Trabzon’da Sümela Manastırını, diğer yerleri gezip izinin çıkmasını beklemiştik. Görmediğimiz yerlerdi oralarda. Kafilede hocalar, sporcular, sanatçılar gazeteciler vardı… Basıyorum düğmeye numara dönüyordu.  Kıymetli karelerdi kıymetli makinemle kayda aldıklarım. Bitmek bilmiyordu benim filim.   Sarp sınır kapısını, Gürcistan’ı, Tiflis’i geride bırakmış Azerbaycan’a varmıştık. Yolda otobüsümüz bozulmuş birkaç taksiye binip de gitmek zorunda kalmıştık. Hepsini kaydetmiştim. İkinci üçüncü filmi takmıştı herkes.    Fotoğrafçının birine girip durumu anlatmıştım. Alıp karanlık odaya geçmişti o da. Az sonra dönmüştü elinde kapağı açık vaziyette;   “Hardadır film” diyerek. Soğuk duş olmuştu. Hayıflanırım halen her aklıma geldiğinde. Telafiye çalışmıştım dönüşte ama geçen geçmişti bir kez.

***

 İkinci güne gelmiştik.   Elçibey’i görecektik. Azadlık Meydanına bakan Hükümet binasının üst katında iki saat konuşma yapmıştı  Türkiye’den gelen heyete. Notlar almıştım. Fotoğraf çektirme faslına gelmişti sıra. Dolup boşalıyordu iki yanı efsane liderin. Arkadaşın birini çekmiş sıra bana gelmişti.  Aynısı yapacaktı o da. Düğmeye basmasını bilirdi nasıl olsa.  Geçmiştim yanına poz vermiştim gururla. Hatıra fotoğrafım olacaktı benim de artık o efsaneyle.  Gösterecektim döndüğümde. Rusya’nın engeli orada da sürmüştü.  Hazarın ötesinden Türkmenistan kıyısından döndürülmüştük. Gezi bitmiş yurda dönmüştük. Sıra tab ettirmeye gelmişti o özel kareyleri. Elçibey’le olanı merak ediyordum en çok da. Aldım  ki  fotoğrafçıdan bir kare o yok o kadarı arasında. Becerememiş benim sevgili arkadaşım. Üniversite mezunu birçok özellikleri bulunan güzel insan. Hiç işi olmamışmış meğer  fotoğraf makinesi denen o aletle o güne kadar.

***

Bunu da anlatayım son olsun. “Allahın hakkı üç”.  İki yıl geçmişti gezinin üzerinden. Öğretmen olarak gidecektim bu kez Azerbaycan’a. Karayoluyla ama Nahcivan üzerinden bu defa. “Dilucu Sınır kapısındaydık. Aras Nehri akıyordu önümüzden coşkuyla.  Hasret köprüsü vardı onun üzerinde. Hasretin hatırası da olsun istemiştim. Ağabeyimiz vardı yanımda. İlahiyat Temayüllü Mektebin öğretmeni olacaktık birlikte.  Ona vermiştim makineyi. Geçmiştim karşısına. “Az uzağa git” demişti, gitmiştim. Az daha, az daha köprü bitiyordu neredeyse. “Olamaz, terslik var bu işte” diyerek vardım ki yanına gözüne çevrili. Eline almamış ömründe bu aleti.  Düzeltmiştik de öylece olmuştu  o hasretin fotoğrafı.

Atatürk diyor ki:  “Medeniyet dediğin öyle nurdur ki, ona bigâne kalanı yakar yok eder” .

Akıllı olana lafın gerisini söylemek  gerekmez.

Doksan yıllık özel, güzel bir “ARA” idi zaman diliminden.

“Hayat size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın” diyordu büyük usta. Bol olsun toprağı.

Teşekkürler ona o güzel kareler için.

 

Osman ERENALP

Ekim, 2018 Ankara