KADIN VE HURAFE


Açıklama:
Kategori: KÖŞE YAZILARI
Eklenme Tarihi: 07 Mart 2018
Geçerli Tarih: 28 Mart 2024, 18:45
Site: anamursedir-anamur dergi
URL: http://www.anamursedir.com/yazar.asp?yaziID=1709


        Tarih incelendiğinde görülüyor ki kadın, haklar bakımından asırlar boyu ihmal edilmiş, horlanmış, en ağır zulüm, baskı ve işkencelere maruz tutulmuştur. 19. yüzyılın ortalanna kadar, gerek Avrupa, gerekse Asya'da kadın, hukukundan yoksun bırakılmıştır.

 

         Mesela: Yahudi kızları babalarının evlerinde hizmetçi kabul edilmiş, ÎRAN'da MEZDEK, ana ve kız kardeşle evlenmeyi meşru gören yeni bir din kurmuştu!.. Çin ve Hind gibi çok eski milletlerde de kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Hind'de kadın, zavallı bir yaratık olarak kabul ediliyor, her türlü aşağılık arzulara alet ediliyordu. Vedaları okumaktan uzak tutuluyor, ayin ve merasimlere kabul edilmiyordu. Kadının dini efendisine hizmet etmekti. Görevi ve değeri, eğer kocası ölmüş ise onun cesedi üzerinde kendisini yakmasıydı.

 

        Eski Yunanlılarda da kadın, medeni haklar adına hiçbir şeye malik değildi. Kadın kocasının, kocası yoksa babasının, o da olmazsa akrabasından diğer erkeklerin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar ya da başkasına devredebilirdi.

 

        Eski Roma'da da kadının durumu çok feciydi. Hatta Roma'da bazı toplantılarda, kadının ruhsuz ve edebi hayattan nasibi olmayan bir hayvandan ve şeytanın iğrenç işinden ibaret bulunduğuna dair kararlar alındığı bile vakidir        Ortaçağda Bizans'ın en şaşaalı zamanlarında bile kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Bizans'ta kadının durumu kısaca şöyleydi:

 

        Kadın erkeğin malı idi. Onda istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayat ve ölümü eşinin elindeydi. Köle olarak kabul edilirdi. Kadının önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Kadın bir şehvet metaı addolunurdu. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın çarşılarda satılır, .başkalarına ihale olunurdu. O sadece evin düzeni, çocuklara bakmak için lâzımdı.

 

       1788 yıllarına kadar kadın ingiltere'de de kocasına mutlak itaata mecbur olup hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi.

 

        1888 yılında İngiliz piskoposlarından "Dour", Vestminister kilisesinde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu. "Bundan 100 sene evveline gelinceye kadar kadın, erkeğin sofrasına oturmak hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi.

 

        Kocası da başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa, onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocukları ise analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.

 

        İslâmiyetten önce Arap Yarımadası'nda da kadının durumu yürekler acısı idi. Araplar kızlara karşı olan nefrette o kadar ileri gidiyorlardı ki, yaşama hakkını dahi onlara çok görüyorlardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi kendilerine göre fazilet kabul ediyorlardı. Herhangi birisinin bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman öfkesinden ne yapacağını bilemezdi.

 

         Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim onların bu insanlık dışı davranışlarını şöyle anlatır:

 

         "Onlardan birine kız doğumu müjdesi verilince öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Onu utana utana tutsun mu? Toprağa mı gömsün?.." (Nahl Suresi, Âyet, 58,59).

 

        İslama kadar bütün dünyada kadın değersiz bir yaratık olarak kabul edilmiş, yüzyıllar boyu ona hiçbir sosyal hak tanınmamıştır.

 

        İslâmdan önce Hz. İsa kadınlar hakkında iyi düşünceliydi, onların hukukunu korumak istedi. Ama kilise Hıristiyanlığın kadınlar hakkında şefkat ve merhamete dayanan ilkelerini istediği biçimde değiştirdi. Hatta Hıristiyan azizlerinin katlettirdiği binlerce kadının acıklı öyküleri tarihte yazılıdır.

 

        İlk âyetinden itibaren dünyada yeni bir çığır açan, dünyaya kurtuluş yollarını gösteren İslâm, o zamana kadar kadınlara verilmeyen haklar getirmiş, kadını özgürlüğüne kavuşturmuştur. İslâm'a göre kadın erkeğinin eşi, yardımcısı ve danışmanı olarak kabul edilmiştir. Ona, aile içerisinde söz hakkı tanınmış ve birtakım görevlerle yükümlü kılınmıştır. Hz. Muhammed (S.A.S.): "Kadın da kocasının evinde bir çobandır ve yönetimi altında olanlardan sorumludur"(52) buyurmuş, onun aile içinde sözsahibi olduğunu cihana ilan etmiştir.

 

        İslâmda kadına işkence etmek, onu horlamak, küçük görmek, mal varlığına tecavüz etmek yoktur. Kadına aile içinde ve toplumda saygı esastır. Peygamberimiz: "En hayırlınız kadınlarına karşı en iyi davrananınızdır"(53) buyuruyorlar.

 

        İslâm esaslarına göre kadın da erkek gibi inanç, amel ve ahlâk hükümleriyle yükümlüdür. İyilik ve doğruluk üzere davranmada, kötülüklerden sakınmada aynen erkek gibidir.

 

        Kadın hukuk açısından ve haklarını kullanması bakımından o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan ve hiçbir dinde görülmeyen geniş yetkilere kavuşmuştur. Şöyle ki:

 

       "İslâmda kadın malı, nefsi ve zimmeti üzerine istediği gibi tasarruf hakkına maliktir. Kimsenin iznine ve hakimin müdahalesine ihtiyacı yoktur. Evlenme, alım-satım, kiraya verip alma, bağış yapma, kefil alma, ödünç para verme, şirket kurma, vekalet, sulh ve ibra, dava ve ikrar gibi bilcümle hususlarda erkek gibidir. Erkek gibi gayrimeşru fiil ve hareketlerinden mal ve vicdan bakımından sorumludur"'54'.

 

        Tanıklık ve diyet gibi bir kaç mesele de erkekle eşit tutulmamıştır. Ancak bu insan hakları bakımından değil, kadınların özelliklerinden ötürüdür.

 

        İslâm kadınlara siyasal tercihlerini kullanma hakkını da tanımıştır. Hz. Peygamber kadınların oylarını kabul etmiştir.

 

        İslâm tarihinde hadis, fıkıh, tarih, siyaset ve tıp gibi bilim dallarında yetişmiş pek çok ünlü kadın vardır.

 

        Mesela Hz. Peygamberimizin muhterem eşi Hz. Aişe Kur'an, hadis, edebiyat ve tarih ilminde kaynak kabul edilen bir bilgin hanımdır. Ayrıca fetva veren meselelerin hukuki hükmünü bildiren 7 büyük sahabiden biri olarak kabul edilir.

 

         Üçüncü Abbasi Halifesi Mehdi'nin kızı Hayzüran, siyasal bilimlerde ünlüdür. Yine Hicri 5. asrın bilgin hanımlarından ŞEHDE, Bağdat Camii'nde devrin en büyük edip ve bilginlerine tarih ve edebiyat konferansları vermiştir. İslâm tarihinde böyle daha pek çok bilgin hanımefendiler vardır(55).

 

         Dünyanın her yerinde insan haklarının çiğnendiği, insan ve kadın ticaretinin yapıldığı, kadına hiçbir hakkın tanınmadığı, her türlü zulüm ve hareketin reva görüldüğü, bir meta gibi elden ele satıldığı, hatta uzun süre "Kadının ruhu var mıdır, yok mudur?" diye tartışmasının yapıldığı bir çağda, İslâm'ın ve sevgili Peygamberimizin kadın haklarına karşı gösterdiği titizlik, hiç şüphesiz yüce dinimiz İslâm'ın getirdiği yeniliklerdir. Tarih budur, gerçek budur.

 

        1789 Fransız Büyük îhtilali'nin, kan akıtarak yazdığı "Hukuku Beşer Beyannamesi" ve ondan çok yıllar sonra, Birleşmiş Milletlerin "İnsan Hakları Beyannamesinden", insanlığın çok uzak olduğu bir dönemde ta 15 asır önce, İslâm'ın kadına tanıdığı haklar hiç de küçümsenecek ölçüde değildir.

 

        İslâm'da kadına saygı bir anlamda Peygamberin buyruklarına saygıdır. Çünkü kadın varlığımızın devamlılığının kaynağıdır.

 

        Sevgili Peygamberimiz Veda hutbesinde:

 

        "Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza riayet etmelidirler.Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele edin. Siz onları Allah'ın ahdi ile aldınız. Onlar size Allah'ın ahdi ile helâl olmuştur" buyurmuşlardır.

 

         İslâm kadını bu şekilde değerlendirmesine rağmen, maalesef bazı cahil kişilerin gözünde o, hâlâ "saçı uzun, aklı kısa" kabul edilerek ezilmeye, horlanmaya mahkûm bir varlık gibi muamele görmektedir.